16 Ekim 2017 Pazartesi

Holografik Anima ve Animuslarımız


Evrendeki tüm varlıklarda görülen teklikte ikilik özelliği, ortak ve gizli holografik bağların varlığına işarettir. Bizim için önemli olan bu bağların farkına varmak ve sonsuzlukla iletişim içine girebilmektir.
Medyumların, şamanların (kamların), şifacıların, Reiki enerjisi ile temas kuranların ve telepati gücüne sahip olanların pratikte yaptıkları, bu holografik yapıyı harekete geçirerek insanlığa faydalı olabilmektir.
Doğru olan Yin-Yang simgesinde olduğu gibi, birleşmiş ve kaynaşmış, dengeli bir kişilik elde edebilmektir.
Her insanda bulunan Anima-Animus ikiliği insanda teklik halinde birleşmesi sonucu “insan” varlığı oluşmuştur.
Jung'un da ısrarla belirttiği gibi her insanda holografik olarak kayıt edilmiş olan hem erkeklik hem de dişilik özellikleri mevcut.
Her erkeğin kişiliğinde-psişesinde, iki cinsin birbiri ile olan uyumu için gerekli ve empati kurmasını kolaylaştıran bir kadın yönü; Jung’un deyimi ile feminen taraf Anima (Venüs), kadınların tüm kişiliğinde de, erkek kutbu, maskulen taraf Animus (Mars) bulunur.
Anima ruhu, animus düşünceyi temsil eder.
Böylece, ortak bilinçaltı ile iletişim kurulur.
_______________________________________________A. Stevans bu durumu şöyle açıklıyor:
"Her erkek kendi içinde salt bu veya şu kadına ait olmayan ebedi bir kadın tasviri, belirli bir kadınlık imgesi taşır. Bu tasvir temelde bilinçdışıdır.
Ve başlangıçtan beri var olan kaynağın kalıtsal bir faktörüdür. Kadın eril bir unsurla dengelenir ve bu açıdan kadının bilinçdışı deyim yerindeyse eril bir damgaya sahiptir.(Stevans, 1999:64)"
_________________________________________________________
Jung, Freud, Adler gibi bilim adamları insanların doğal olarak çift cinsiyetli olduğunu ileri sürerler.
_________________________________________________________
A n i m a için, “Erkek bilinçötesi’nin kadın elemanıdır,” bu itibarla, erkeğin her iki cinsi birlikte taşıması gen ve seks kromozomaları ile de kanıtlanmıştır.
Bilindiği gibi, gerek kadın ve gerekse erkek, 23 çift = 46 kromozoma taşır ve bunların yalnızca bir çifti cinsiyeti belirler: Kadınlar (X X), ve erkekler (X Y) kromozomlarına sahiptirler.
Biyolojik açıdan bakıldığında zaten hepimizde cinsiyetimize göre az veya çok östrojen ve androjen hormonlar bulunur
İnsanın henüz bir fetüsken cinselliğinin farkına varamaması ancak hormonların etkisiyle gerçek cinsel kimliğini edinişi bu durum için çarpıcı bir örnektir.
Çocuklar da yine bu anlamda masumdurlar. Çünkü toplumda henüz cinsel kimlikleriyle tam bir erkek veya kadın olarak kabul görmezler.
--------------------------------------------------------------

Anima ve animus aynı zamanda bir aşk ilk örneğidir.
Eski bir Yunan mitolojisine göre insanın diğer yarısını ararken aslında karşı cinste bulduğunu sandığı şey, kendilerinin anima ya da animus ilk örneğini dolduran bir kişiliktir.
Burada karşılaştığımız şey içimizdeki karşıtlıklardır. Erkekler animalarıyla, kadınlar animuslarıyla karşılaşır. Karşıt cinsin etkileşimi, insanları çocukluk çağlarından başlayarak etkisi altına alır.
____________________________F. Fordham bunu şöyle açıklar:
Annenin oğlan çocuk için anima imgesinin ilk taşıyıcısı olması gibi, baba da kız çocuk için animus imgesini biçimlendirir. Bu imgenin kızın aklında derin ve büyüleyici bir etkisi olduğu görülmektedir. Öyle ki yaşamının ileriki dönemlerinde bile kız kendi adına düşünmek ve hareket etmek yerine, sürekli olarak babasının ağzından konuşmakta ve işlerini babasının yaptığı gibi yapmaktadır. (Fordham, 1997:70)
_________________________________________________________
Erkeği kadınsı hareketlere sürükleyen bu figür aynı zamanda ilişkilerini de belirler.
________________________________________________________
Jung, “Karşı cinsle ilişkimizin kalitesi, anima veya animus’u benliğimiz ile bütünleştirme derecemizle belirlenir” demiştir.
_________________________________________________________Jung'a göre
“Her anne ve her sevgili, erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalır”
Bir başka deyişle erkek seçimlerini bu figüre göre yapar ve ilişkilerini buna göre yaşar. Bu da yetmezmiş gibi karşısındakinden bu figüre uymasını ister.
Aynı şekilde kadının içindeki bir erkek figürü Animus, kadının erkekler dünyasında varolabilmesini sağlar. Ancak Animus ,aynı erkekte olduğu gibi, kadının ilişkilerini de belirler.

___________________________________________Frieda Fordham, Jung Psikolojisi adlı kitabında şöyle der:
“Normal yaşam sürecinde, Animus bir çok erkek üzerine yansıtılacaktır. Bu yansıtılma sonucunda kadın, erkeği kendi gördüğü biçimde, yani Animus imajı biçiminde olduğunu kabul eder ve kadın için, erkeği olduğu durumuyla kabul etmek hemen hemen olanaksızdır. Bu tutum, kişisel ilişkilerde oldukça tedirginlik verebilir.
Böylesi ilişkiler ancak erkek kadının kendisi üzerine ürettiği varsayımlara uygun olarak davrandığı sürece düzgün bir biçimde sürüp gider.”
Tabii yukarıdaki paragraf erkek için de geçerlidir.
Bu özellikler birbirleri içinde uyumlu bir girişim ve kaynaşım içinde oldukları sürece insan dengeli ve huzurlu oluyor. Birinin diğerine fazlaca üstün gelmesi halinde karşı cinsi etkileyip kontrol altına almak arzusundan doğan dengesiz bir karakter ortaya çıkıyor.
_________________________________________________________
Jung kadının içindeki erkeğin ve erkeğin içindeki kadının uzlaşmasının mistik bir birleşmeye yol açacağını söylüyor.
SPITELLER bunu,
“Benim kadın ruhum!” (My lady soul) diye adlandırmıştı;
Jung’a göre erkek insan varoluşunun ilk ‘ruh’ imajı, anneden gelir, o, ‘anne’nin niteliklerini içe çevirir (internalization) ve o özellikler, gerek o ‘erkek’in ve gerekse ‘tüm insanların ortak bilinçdışında’ (COLLECTIVE UNCONSCIOUS) o n t o j e n i k ve f i l o j e n e t i k alanlarda, “arketip”ler (archetype) olarak devam eder.
Bu ‘iki’ cinslilik (hermaphrodite) oluşuma “içsel ikilik = inner duality”, birçok sanat eserlerinde rastlanır.
Örneğin 17. yüzyıl alkemist’lerin yaptığı bir heykelde, “taçlı” bir hermaphrodite görülür.
Orta Çağlarda bile, cinsel salgı bezlerinin fiziksel ve kimyasal fonksiyonları bilinmeden çok önce, “Her adam, içinde bir kadın taşır!” diye yazmışlardı.
Jung, bireyde ‘anima’nın gelişimini, tarih boyunca ‘sanat’ın gelişimine paralel olarak, dört aşamaya bölmüştür :
1. aşama: Primitive – ilkel materyal. Örneğin, Gauguin’in “Afrikalı Kadının Resmi” gibi.
2. aşama: Romantik güzellik. Örneğin Rönesans klasikleri.
3. aşama: Şehvet simgeleri. Porno’ya kadar gidebilen serbestlik, ya da tüm zıddı: Virgin Mary.
4. aşama: Tanrılaştırma. Örneğin “Old Testament – Ahdi Atik’de “12 yıldızlı Sapiento”.
Kadın’ın ‘anima’sı ise onun içindeki erkekleşme isteği. Hislerinin ve heyecanlarının erkeklerden daha oynak olmasına karşın, erkeklerden daha akıllı ve hesaplı kararlar verebilmeleri ve ‘daima haklı olmaları’ (babaları gibi.) Bu, birden fazla olabilir (animi).
Kadın’ın bu niteliğinin sanatta görüntüleri :
.JEANNE D’ARC’taki “kudsal inanç” (sacred conviction) ki, genellikle bir grup erkek arasında icra edilmesi icap eder.
.“Ölüm İle Danseden Kadın”, Bir 16. yüzyıl resmi.
.“1500 yılından bir manüskript: H a d e s , alt dünyaya kaçırdığı P e r s e p h o n e ile.
.”Ölüm Şeytanı ile Konuşma” (Demon of Death) : ‘O artık beni sevmiyor.’
_________________________________________________________
Eğer biz kendi Anima ya da Animus’umuzu çok iyi tanımıyorsak, karşımızda bize uygun insanı da tam olarak tanıyamayız. Bu durumda Anima ya da Animus’a en yakın insan sevgili olarak karşımıza çıkar.
Bu karşımıza çıkış aynı zamanda metafizik bir hal de alır. Bu birleşmeye eşlik eden birtakım “işaretler” ortaya çıkar. Birlikte “metafizik” tecrübeler yaşanır. Sonuçta bir “metafizik aşk” ortaya çıkar. Bir masal aleminde büyülü bir aşk yaşanmaya başlar.
Eğer kişiler Anima ve Animus’unu iyi tanıyorlarsa sorun çıkmaz , böyle olmadığı durumlarda ise ilk çelişkiler ve dolayısıyla anlaşmazlıklar çıkar.
Burada düşülen en önemli tuzak Anima ya da Animus’u yeterince tanımamaktan ötürü, Anima ya da Animus’u karşıdaki sevgili üzerinden tanımlamaktır.
Anima ve Animus da bu şekilde tanımlanır; karşıdaki sevgili, bütün eksikliklere rağmen Anima ya da Animus’un yerini alır.
O gizemli karşı cins artık bir bilinmez değil karşımızdaki sevgilidir. Yaşamın her eylemi onunla birlikte tanımlanmıştır.
İşte o trajik ayrılık anı geldiğinde Anima ya da Animus ile olan bağ da kopar ya da biz öyle zannederiz. Biz öyle zannederiz, çünkü kendi Anima ya da Animus’umuzu tanıyacak yerde karşıdaki sevgili üzerinden tanımlamışızdır.

Böylece sorun varoluşsal boyuta taşınır ve hayatın sorgulanması başlar. Bu metafizik dönem görece uzun sürmese de, bu “aşk”ın yerini tutan başka bir aşk gelmez, çünkü Anima ya da Animus’a yeniden ulaşılması gerekir. Genel bir isteksizlik başlar, melankoli buna eşlik eder, metafizik bir yas var olmaktadır. Her ne kadar “unuttum” derse de kişi bir gün bir sembol ile O’nu hatırlar.
Bu noktada kişi özgürlüğünü yitirir. Oysa ilişkide de özgürlük olmadığını anımsamaz.
Karşıdakine yüklenen Anima ya da Animus, kişinin kendini karşısındakine bağlarken, karşıdakini de, bu yükün altına sokar. Kişinin özgürleşemediği saplantılar çoğalır.
Öncelikle “ex” sevgilisinden özgürleşemez çünkü hâlâ Anima ya da Animus’u ona kaptırmıştır.
Öte yandan tanımlayamadığı Anima ya da Animus’tan dolayı anne ya da babadan aldığı kalıplardan özgürleşememiştir.
Kişinin özgürlüğüne kavuşması için ilk yapması gereken, çok zor olsa da, önce yaşamı “ex” üzerinden tanımlamaktan vazgeçmesi ve bütün kavramları yeniden gözden geçirmesi ve artık yeniden yalnız ama bir birey olduğunu kabul etmesidir.
_________________________________________________________
Ne yazık ki günümüz toplumunda bir çoklarımız içimizdeki bu iki enerjiyi bir denge içinde ilişkilendirmeyi beceremiyoruz
_________________________________________________________
Biz, bize dikte edilmiş toplumsal kalıpların tuğlalarının tek tek yıkıldığı bir süreçte geldik buraya. Yeni toplumsal yapının inşaatı bizlerin elinde.
Eserimizin bizi yeni çağa güvenle taşıyabilmesi için önce her iki cins enerjinin dengelendiği bir iç yapı oluşturmamız gerekiyor.
Yani her şey bireyde bitiyor.

Bu Blogda Ara