31 Mart 2016 Perşembe

Mimarisi ile Ünlü İstanbul'un Tılsımları

Evliya Çelebiye göre dünyada en çok isim değiştiren şehir olan İstanbul'a başka ülkelerden de getirilen ünlü mühendis ve mimarlar tarafından, kenti türlü belalardan korumak amacıyla 27 tılsımlı anıt dikilmiş. Bu tılsımlı anıtlardan ilk on beşi şunlarmış:

Birinci tılsım; “Avratpazarı” (Cerrahpaşa) denilen yerde, bin parça beyaz mermerden, minare gibi içi boş merdivenli yüksek bir direkmiş (Arkadius Sütunu). Direğin tepesinde peri yüzlü bir heykel duruyormuş. Söylentiye göre bu peri yüzlü heykel yılda bir defa bir feryat koparırmış, yeryüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında dönermiş. Kuşların binlercesi yere düşer, halk da bunları yermiş.
Ben bu sütunun yerini çocukluğumdan beri biliyorum...  Bu yer Cerrahpaşa Ekmek Fabrikası'nın yan tarafındaydı... Ve biz o günkü çocukluk heyecanıyla bu sütunun alt kısmındaki bölüme çıkar orada oyun oynardık... O sütunun bir de alt kısmı vardı... O sütunun yanındaki derme çatma bir binada yaşayan yaşlı insanlar buraya bu sütunu görmeye gelen turistlere burayı gezdirirler, ev harçlıklarını buradan karşılarlardı... Daha sonra o yaşlıların ölümünden sonra orayı satın alanlar, artık burayı halka açmıyorlar...

İkinci tılsım; Tavukpazarı (Çemberlitaş) denilen yerdeydi. Kırmızı renkli som mermerden sütunun; hanedanı kötülüklerden, hastalıklardan ve fesattan koruduğuna inanılırdı. Konstantin'in diktiği bu yüksek sütun üzerindeki bir sığırcık kuşu timsali tılsım yılda bir kere kanat çırpması üzerine bütün kuşlar gaga ve tırnakları ile üçer tane zeytin getirdikleri de belirtilir.

Üçüncü tılsım; Saraçhane'de Büyük Pozantin'in kızının mezarı üzerine dikilmişti. “Kıztaşı” diye bilinen bu tılsım, İmparatorun kızını yılanlardan, çıyanlardan ve karıncalardan korumak için dikilmişti. Bu Kıztaşı şimdi o mahalleye adını da veriyor... Geçenlerde yolum bu Kıztaşı'nın önünden geçti... Durup saatlerce taşı inceledim etrafımdan gelip geçenlerin tuhaf bakışları arasında... Eh ne de olsa 1675 senelik bir taşa bakıyordum...

Dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tılsımların hepsi Altımermerli sütununun üzerindeydi... Altımermer şimdiki Kocamustafapaşa semtindeydi... Altı adet mermer sütunun her biri eski bilginler tarafından yapılmıştı. Her bir mermer sütunda bir tılsım bulunurdu...

Dördüncü tılsım, Altımermer'den biriydi. Bunlardan birinin üstünde sürekli olarak vızıldayan bir sinek resmi vardı. Bu sayede İstanbul'a sivrisinek girmediğine inanılırmış.

Beşinci tılsım; yine Altımermer'den biriydi. Bunda ise bir leylek resmi vardı. Bu leylek yılda iki kere çığlık atardı. Birinci çığlıkta bir anda her yer leylek dolar, ikinci çığlıkta İstanbul'daki tüm leylekler ortadan kaybolurmuş.

Altıncı tılsım'da ise bir horoz resmi vardı. Bu horoz 24 saatte bir öter ve bütün horozlara önderlik edermiş.

Yedinci tılsım; Altımermer'in birinde bulunan kurt resmiydi. Bu kurt sayesinde İstanbul'da koyun sürüleri çobansız gezer, akşam oldu mu beslenmiş bir halde eksiksiz olarak ahırlarına dönermiş.

Sekizinci tılsım; tunçtan yapılmış genç bir erkek ve sevgilisinin birbiriyle kucaklaşmış haldeki heykelleriydi. Halktan karı-koca kim kavga ederse, içlerinden biri gelip bu heykeli kucaklarsa hemen barışırlarmış.

Dokuzuncu tılsım; Bilgin Calinus'un beyaz mermer üzerine yaptırdığı ihtiyar adam ve kadın resmiydi. Bir erkek ile kadın geçinemezler de onlardan biri bu heykeli kucaklar ise hemen boşanırlarmış.

Onuncu tılsım; Sultan Beyazid Hamamı'nın altında dört köşeli bir sütundu. Bunun sayesinde şehre taun (veba) hastalığı girmezmiş. Beyazid Hamamı yapılırken bu tılsım yıkılmış. O anda Sultan Bayezid'in bir oğlu vebadan ölmüş ve kentte veba salgını baş göstermiş.

On birinci tılsım; Tekfur Sarayı'ndaki tunçtan bir ifrit heykeliydi. Bu heykel yılda bir kez etrafına ateş saçarmış. Bu ateşten bir kıvılcım alabilen çok sağlıklı olur, genç kalırmış. O ateşten bir kıvılcım alıp da evinde mutfağına koyarsa o adam hayatta oldukça o ateş hiç sönmezmiş.

On ikinci tılsım; Zeyrek'te Hz. Yahya Kilisesi bitişiğindeki bir mağaradır. Her sene kışın zemheri geceleri olunca nice “koncoloz” denilen cadılar bu mağaradan çıkarak arabalara binip dolaşırlarmış.

On üçüncü tılsım; Ayasofya'da dört sütunlu bir anıttır. Azrail, Cebrail, İsrafil ve Mikail resimleri bulunan bu sütunların her biri bir tılsımdı. Cebrail kanat çırpıp bağırınca Doğu'da bolluk olur derlerdi. İsrafil resmi kanat çırparsa, Batı'da kıtlık olacağına inanılırdı. Mikail resmi kanat çırparsa, Kuzey'den bir kahraman çıkarmış. Azrail resmi kanat çırpınca dünyanın her yanına veba salgını başlarmış. 

On dördüncü tılsım; Atmeydanı'nda (Sultanahmet) “Milyonpar” (Örme Sütun) denilen bir anıttır. 300 bin taştan yapılma bu sütunun tepesinde çok güçlü bir mıknatıs vardır. Bu mıknatıs İstanbul'u depremlerden korurmuş. Evliya Çelebi bu dikili taşla ilgili şöyle bahseder: Atmeydanı'nda Milyonpar adlı yapma yüksek bir sütundur ki usta zırai ile boyu 150 arşındır. Kostantin zamanında yönetimi altında olan padişahların ellerindeki kalelerin ve büyük şehirlerin sayısınca her padişahtan o kadar değerli ve muteber renk renk değerli taşlar isteyip geldiğinde Atmeydanı alanında dağlar gibi yığılıp tamam oldukta hesap ettiler üç kere yüz bin çeşit çeşit taş gelmiş. Ondan bildiler ki Konstantin üçer kere yüz bin kale ve şehre malik kral imiş. Daha sonra bir yetkin usta bu taşların dünya durdukça durması için Atmeydanı'nda bu taşlardan kale ve şehirlerin düzeni için bir minare mili tılsım edip milin ta ortasında bir kalın demir mil dikip dört tarafına anılan taşla hendese üzere inşa edip milin ta en tepesine hamam kubbesi kadar bir mıknatıs taşı koyup o milin ortasına konan demir mili mıknatıs çekip bütün renk renk taşlar da birbiri üzerine metanet buldu. O milin bütün taşları yedi iklim şehirlerinin her birinden gelip yapıldığı için milyonpar derler. Hala sabit bir ibret verici bir parça bir alamettir. Mimarbaşı milin dibinde gömülüdür ki Uryarin adlı bir ustadır. Ayasofya'yı yapan Agnados Mimar'ın oğludur.

On beşinci tılsım; Burma Sütun'dur. Üç başlı ejderha şeklindeydi. Başının birisini bir yeniçeri yiğidi kılıç ile bir vuruşta kırmıştır. O tarihten itibaren bunun tılsımı kısmen bozulmuş, İstanbul'da daha önce hiç görünmezken, birdenbire akrepler çıkmış.
Tüm bu tılsımlar o günkü İstanbul'u korumakla kalmamış, günümüze kadar efsanelerin kulaktan kulağa anlatımıyla gelmiştir... Bugün bu yarımadanın her yerinde yapılan bina kazılarının altında binlerce senelik eserler gün yüzüne çıkmaktadır... Bunların bazıları koruma altına alınmakta, bazıları da sessizce yıkılarak bir tarih yok edilmektedir... Bugün Vatan Caddesi'nden Yenikapı'ya yapılacak metro çalışmalarıyla Murat Paşa Camii arkasında yerin beş on metre altında saray kalıntıları bulunmuş ve metro inşaatı durdurulmuştur örneğin...
Son söz olarak bizler gençler olarak geçmişin tarihsel izlerini yok ederek geleceğe, geleceğimize yol açamayız... Hepimizin üzerine düşen görev bu tarihsel zenginlikteki hazineye sahip çıkarak, onu geleceğe yine aynı güzellikte bırakmanın yollarını yaratmaktır...

Çünkü;
”Geçmişine sahip çıkamayan toplumlar, geleceklerine umut bağlayamazlar...”

Ya da;
“İstanbul koca şehir seni... Seni ancak tılsımlar korur...” 

30 Mart 2016 Çarşamba

Dünyada En Çok İsim Değiştiren Şehir

Evliya Çelebi'ye göre dünyada en çok ismi olan şehir İstanbul'dur... İstanbul kentine Latinler “Makedonya”, Süryaniler“Yankoviçe, Aleksandra”, Yahudiler “Vizendovina”, Frenkler “Yağfuriye, Pozantiyam, Konstantiniye”, Avusturyalılar (Nemçe) ‘Konstantinapol', Ruslar “Tekfüriye”, Macarlar “Vizendovar”, Felemenkler (Hollandalılar) “İstefaniye”, Portekizliler“Kostin”, Araplar “Konstantiniyye-i Kübra” (Büyük İstanbul), İranlılar “Kayser-i Zemin” (Yeryüzü İmparatoru), Hintliler “Taht-ı Rum” (Roma hükümdarlığı), Moğollar “Çakdurkan”, Tatarlar “Sakalya” adlarını vermişlerdir.
“Bizantion” kentin tarihini başlatan ismidir. Latince'de “Bizantoum”, Grekçe'de “Vizantion”du. İstanbul Latince ilk adını Büyük Roma İmparatoru Septimius Severus'un oğlu Antonius'un ismini bu şehre vermesi ile almıştır. M.S. 2. yüzyılda Ermeni kaynaklarında şehrin adının “İstanbol” veya “Istınbol” olarak yer alması daha da ilginçtir. 14. yüzyılda İbn Batuta da“Astanbul” olarak bahseder. Peygamber efendimizin hadis-i şerifine göre şehrin adı “Kostantıniyye”dir. Osmanlı döneminde şehrin adları o kadar çoğalmıştır ki bunlardan bazıları şunlardır: Dersaadet (Saadet Kapısı), Der-i Devlet, Deraliye, Asitane, Darü's-Saltana, İslambol... Sultan III. Mustafa, 1762 yılında İstanbul'a “Konstantiniyye” denmesini yasakladı. Fakat sonraları 19. yüzyıl sonuna kadar Türkçe'de bu ad kullanıldı. Aynı zamanda Arapça olarak verilen “Belde-i Tayyibe”(Güzel kent) adı Ebced hesabına göre İstanbul'un fetih tarihi olan hicri 857 (Miladi 1453) rakamını ifade eder

Tabii bu kadar güzel bir şehir kurulur da bu şehri gök ve yer afetlerinden ve her türlü belalardan korumak amacıyla büyü ve tılsımlar yapılmaz mı? Yapılır elbet... Bunların çoğu da bugün hala ayaktadır... Bu konudaki bilgiyi de Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden öğreniyoruz...
Evliya Çelebi'ye göre; Bizans İmparatorları Yanko, Vezondan ve Konstantinus döneminde halkının gök ve yer afetlerinden korunmaları için İstanbul çok güzel imar edilmiş. 

29 Mart 2016 Salı

Hz. Süleyman Peygamber ve Saydun'un Hikayesi

“Süleyman Aleyhisselam, Kaf dağlarına kadar yeryüzünün tek sultanı olduğu halde, okyanusun ortasındaki Ferendüz Adası'nın hükümdarı Saydun'u bir türlü hükmü altına alamamıştı. Saydun çok gururluydu, Hazreti Süleyman da olsa kimseye baş eğmiyordu. Hazreti Süleyman'ın buna çok canı sıkıldı ve Ferendüz Adası'na bir sefer tertip etti.
Hazreti Süleyman bir gazaya gideceği zaman emir verir, tahtadan bir döşeme yaptırırdı. Önce tahtı bu döşemeye yerleştirir, askerleri, hayvanları, bütün harp aletleri, teçhizatı ve gerekli her şeyi de yüklettirir, sonra da şiddetle esen rüzgara emrederdi. Rüzgar hemen tahtanın altına girer, sabahtan öğleye kadar bir zaman içinde onları bir aylık yola götürürdü.
Bu seferinde gene öyle oldu. Hazreti Süleyman Ferendüz Adası'na gitti. İnsan ve cinlerden müteşekkil ordusuyla Kral Saydun'u yendi. Memleketini ve halkını esir etti. Sonra da Saydun'u huzuruna getirtip ateş saçan kılıcıyla onu öldürdü. Ferendüz Kralı Saydun'un dünyada eşi emsali olmayan güzellikte bir genç kızı vardı. Adı “Alina”ydı. Süleyman Aleyhisselam Alina'yı savaş hediyesi olarak aldı ve Hak dinine davet ederek onunla evlendi.
Hazreti Süleyman'ın nesepleri saf ve şeref sahibi ailelerden olan hanımları vardı, ama Alina hepsinden başkaydı. Hazreti Süleyman ona kadınlardan hiçbirini sevmediği kadar severek kalbini verdi. Fakat Alina hep keder içinde yaşıyor, hep ağlıyordu. Hazreti Süleyman bir gün kendisine sordu: “Güzel Alina, senden ayrılmayan bu kaygı ve eksilmeyen bu gözyaşları nedir?” diye.
Alina ise; “Ya Eminullah, babamı hatırladıkça keder ve hasret içinde kalıyorum, emret de benim için babamın bir heykelini yapsınlar. Sonra da bir saray yaptır, ömrümün geri kalan kısmını o sarayda dua ve ibadetle geçireyim. Babamın heykeline baktıkça da kederlerim gider...”
Hazreti Süleyman sevgili hanımının bu ricasını kabul etti ve hemen insanları, cinleri, kuşları, rüzgarları toplayıp emir verdi:“Tez olun... Dünyanın en güzel yeri neresidir, bulup bana haber verin.” Hazreti Süleyman Alina'sına yaptıracağı sarayın, dünyanın en güzel yerinde olmasını istiyordu.
Cinler, insanlar, kuşlar ve rüzgarlar yedi gün sonra haber getirdiler: Süleyman Aleyhisselam hemen İstanbul'a geldi. Sarayburnu'nda bir gece geçirdi. Sabahleyin uyanınca havanın ve suyun etkisiyle kendisini tam manasıyla genç ve kuvvetli hissetti. Sonra cinlere emir verip hemen burada bir saray yaptırdı ve “kıyamete kadar mamur olsun” diye İstanbul için hayr duası etti.
Efsaneni sonu ise acıklıdır. Meğer güzel Alina bu sarayda gizli gizli babasının heykeline taparmış!.. Hak dininin bir peygamberi olan Süleyman Aleyhisselam bunu öğrenince sevgili Alina'sını öldürdü. “Biz Allah'ın kullarıyız, hep Allah'ın katına döneceğiz” ayetini okuduktan sonra o putu, yani Alina'nın babasının heykelini kırdı. Ardından temiz elbiseler getirilmesini emretti. Bu elbiselerin iplikleri ancak bakire kızlar tarafından eğrilir ve dokunur, ancak bakire kızlar tarafından yıkanırdı. Hazreti Süleyman bunları giydi. Açık bir yere çıkarak yere kül serpilmesini emretti. Sonra bu külün üzerine oturdu, Allah'a dua etti. Dünyanın en güzel yerinde yaptırdığı bu sarayda karısı tarafından işlenen günahın affını diledi. Ondan sonra Sarayburnu'nu da, yaptırdığı sarayı da olduğu gibi bırakıp Kudüs'e döndü.”

28 Mart 2016 Pazartesi

Cadılar Savaşa Tutuşuyor

Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olur. Zifiri karalık  bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır.
Durumdaki harkuladeliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur,  Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar cevabını alır. Sonrada dışarı çıkıp korkmadan seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir.
Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya,  büyük ağaçlar, küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayerler içerisinde  görür.
Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. havadan yere keçe, sırık, küp, Tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır.  7 Abaza oburu ve 7 Çerkez oburuyla sarmaşıp yere düşerce, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atarlar.  Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından oburlar (Cadılar)da  giderler.
Evliya böyle hikâyelere dair gayet “münkir” olduğunu fakat kendisiyle birlikte bilcümle zevatında bunu görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahalinin de 40 – 50 yıldan beridir bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görülmediklerini söyler.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden

27 Mart 2016 Pazar

Insan Kanı İçen “Yaşayan” Cadılar (Vampirler)

Yine Evliya Çelebi’nin anlatılanlardan naklettiğine bu diyarlarda yaşayan cadılarda vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez. Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu birinin kulağı arkasından kadını emer. Adam gün be gün hasta olur. Derhal akrabaları bir “cadı üstadı” bulup köy, kasabai şehir şehir dolanıp gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş cadıyı aralar ki yakalayıp zincire vuralar.
3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp göbeğine böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır.  Bu cadılık derdi taundan (vebadan) fenadır, Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygınadır vesselam.
***
Dr. Stefanos Yerasimos, Evliyâ Çelebi’nin Kafkaslara dair bu  anlatısında egzotizminin izlerini aramaktadır. Yerasimos’a göre Osmanlıların Kafkaslardaki hâkimiyetinin kısa sürmüş olması ve yöreye fazla ilgi göstermeyişleri burayı Osmanlılar için egzotik bir iklime büründürmüştür.   Bu nedenle Yerasimos, “havalarda atlarla uçuşan cadılar” , “cesetlere saplanan kazıklar”,  “zincire vurulan vampir hikâyeleri” Evliyâ’nın egzotik bir coğrafyaya doğaüstü mit ve efsaneleri yerleştirme ihtiyacından doğmuş olabileceğini sorgular.
Ancak Dr. Başak Öztürk Bitik, söz konusu eser Seyahatnâme olunca “egzotizm” seçeneğine kolaylıkla evet demenin çok da mümkün olmadığını belirterek; Evliyâ’nın şahit olduğunu söylediği ikinci cadı vakası, Osmanlılar için pek de egzotik olamayan bir mekânda, Bulgaristan’ın bir köyünde gerçekleşitiğinin altını çizer.

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden..

26 Mart 2016 Cumartesi

Kalmuk Tatarı’nın Sihirleri

Adamım ardından ormanın içine gizlice süzülen Evliya Çelebi Kalmuk’un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu.  Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı. Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.
Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp, gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.
Bu sırada askerler, Paşa’nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı. Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü’l-hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir kısmı suya düşüp boğuldu.
Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuk’lu büyücü ise sihrini bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü figan bağırarak Paşa’ya ve buz üstündekilere “Arapça” okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden

25 Mart 2016 Cuma

Büyücü Kadın ve Karakoncolos

Evliya Çelebi, Rumeli’de (Bulgaristan’da) Çalıkkavak köyünde, bir “kefere” hanesinde konaklamakta ve ateş karşısında istirahat etmektedir. Kapıdan içeri saçı başı dağınık, çirkin yüzlü, yaşlı bir acuze kadın girer. Çekinmeden gelip ateşim başına oturur ve  kendi lisanında küfürler savurmaya başlar.
Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual ettiğinde, “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır. Sonra bu acuzenin etrafına kızlı erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur.
Gece yarısı olunca çıkan gürültü ve patırtılar Evliya’yı uykusundan hoplatır. Evliya, acuze kadının kapıyı açıp içeri girdiğini ve ocaktan aldığı bir avuç külü fercine sürdüğünü görür. Sonra küle bir efsun okuyarak ocak başında yatan bu 7 çocuğun üzerine saçar.  Yedisi birden iri piliçlere dönüşerek “civ”, “civ”, “civ“ demeye başlarlar. Hemen elinde kalan külleri kendi başına serpince o an büyük bir tavuğa olup “guruk”,  “guruk” diyerek kapıdan çıkarı çıkar. Piliçler dahi ardı sıra çıkarlar.
O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan boşladığını görürler.  Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir kütürtdür kopuyor” der.
Dışarı çıkan adamlar görürler ki, tavuk ve piliçler atlar arasında gezinmekte, atlar ise birbirleri üzerine yarışıp kendilerini helak etmektedirler. Köydeki “kefereler” ise durumdan haberdar olup, gelip hemen atları bağlarlar. Cadı ve tavuklar ise bir tarafa gider.
Bundan sonrasını Evliya’nın adamı şöyle anlattır;  Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.
Evliya anlatısına şöyle devam eder;  - Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler.  Antepli Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun insan olduğuna şahit oldular dediler.
O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp sordum  -Vallahi akşam tavukların üzerine o Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu. İsterseniz işeyen herifi getirelim.- dediler. Ben de ‘Canım, haydi getirin.’ dedim.
Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.’  deyip gitti.
İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak’ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı ve Çalıkkavak balkanı’nın hâli ahvâli pûr-melâli böyledir,  Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı noktalar.


Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden..

24 Mart 2016 Perşembe

Klasik Müziğin Yararları

Klasik Müzik ve Psikoloji Deneyleri
Klasik müzik dinlemenin bireyler üzerindeki etkilerine yönelik çeşitli deneyler yapılmaktadır. Bu konuda Amerika Bucknell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma sonuçları, majör ezgilerin insanlarda mutluluk, minör ezgilerin ise hüzün duyguları yarattığını kanıtlar niteliktedir.
Klasik müzikle ilgili araştırmalar, bebekler ya da çocuklar üzerinde de sıklıkla yapılmış, bu araştırma bulguları genel olarak klasik müzik dinlemenin bebeğin daha anne karnındayken (6 ve 7. Aydan itibaren) her türlü gelişimini olumlu etkilediğini ve bebeğin ya da çocuğun büyümesini hızlandırdığını rapor etmektedir.
Bu deneyler, insanlarla sınırlı kalmamıştır. Daha başka canlı organizmalar üzerinde de klasik müziğin etkilerini araştıran deney bulguları mevcuttur. Bu deneylerden birisi, bitkilerin büyüme hızı ve klasik müziği konu almış, deney sonuçlarında klasik Hint müziği ile Bach dinletilen seralardaki bitkilerin, müzik dinletilmeyen ya da yüksek sesli rock müzik çalınan seralardaki bitkilere göre daha hızlı büyüdüğü ortaya çıkartmıştır.
Peki doğayı bile etkileyen ve etkileri ‘Mozart etkisi’ kavramının doğmasına yol açan klasik müzik dinleyiciler üzerinde ne tür etkiler yapmaktadır:

1.Klasik müzik, bebeklerde zekâ gelişimini olumlu yönde etkileyerek bebeğin gelişimini hızlandırmaktadır.

2.Klasik müzik, bireyin dinlenmesini, rahatlamasını sağlamaktadır.

3. Klasik müzik doğru ritimler ve müzikler seçildiği sürece ders çalışma müziği olarak motivasyon arttırıcı etkisi sebebiyle kullanılabilmektedir.

4.Klasik müzik, insan psikolojisinde ezgileri yoluyla mutluluk duyguları yaratabilmekte ve klasik müzik dinleyen bireylerin kendilerini daha iyi hissetmelerine yol açmaktadır.

5.Klasik müzik dinletilen çocukların sorunlu davranışlar sergileme oranları düşmektedir.

6.Klasik müzik, depresyon gibi olumsuz psikolojik durumlarda bir iyileştirici rolü oynayabilmekte ve hastanın gerilimini azaltmaktadır.

7.Klasik müzik, bireylerde öğrenme kapasitesini geliştirmektedir.

8.Klasik müzik dinleyiciyi stresten uzaklaştırmaktadır.

9. Düzenli olarak klasik müzik dinlemek bireylerin motivasyon ve dikkat sürelerini arttırmaktadır.

#KlasikMüziğinYararları #ClassicalMusic #RuhsalTedavi


23 Mart 2016 Çarşamba

Klasik Müzik Tarihi ve Keşfi


Neden klasik müzik onca kişi için büyük bir anlam ifade ediyor ? Bu müzik türünden ilham alanlar arasında Frank Zappa'da vardır. Sting, Charlie Parker, Albert Schweitzer ve milyonlarcası da bu müzikten ilham alanlar arasındadır.

Günümüz Anadolu kültürü içinde Avrupa’da olduğu gibi geniş bir dinleyici kitlesi bulunmamakla birlikte klasik müzik, çok sesli özelliği ve belki de hiçbir müzik türünde görülmeyen disiplinli yapısı ile asırlar boyunca dünya müzik tarihi içerisindeki yerini korumuştur. Zor bestelerin müziği olan klasik müzik, tür olarak, dinleyiciler üzerinde yaptığı etkiler bakımından psikoloji-müzik ilişkisini araştıran çalışmalarda en önemli değişkenler arasında yer almaya devam ediyor...
Klasik Müzik ve Psikoloji Deneyleri

Klasik müzik dinlemenin bireyler üzerindeki etkilerine yönelik çeşitli deneyler yapılmaktadır. Bu konuda Amerika Bucknell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma sonuçları, majör ezgilerin insanlarda mutluluk, minör ezgilerin ise hüzün duyguları yarattığını kanıtlar niteliktedir.
Klasik müzikle ilgili araştırmalar, bebekler ya da çocuklar üzerinde de sıklıkla yapılmış, bu araştırma bulguları genel olarak klasik müzik dinlemenin bebeğin daha anne karnındayken (6 ve 7. Aydan itibaren) her türlü gelişimini olumlu etkilediğini ve bebeğin ya da çocuğun büyümesini hızlandırdığını rapor etmektedir.

Bu deneyler, insanlarla sınırlı kalmamıştır. Daha başka canlı organizmalar üzerinde de klasik müziğin etkilerini araştıran deney bulguları mevcuttur. Bu deneylerden birisi, bitkilerin büyüme hızı ve klasik müziği konu almış, deney sonuçlarında klasik Hint müziği ile Bach dinletilen seralardaki bitkilerin, müzik dinletilmeyen ya da yüksek sesli rock müzik çalınan seralardaki bitkilere göre daha hızlı büyüdüğü ortaya çıkartmıştır.

#KlasikMüzikTarihi #KlasikMüziğinKeşfi #ClassicalMusic #RuhsalTedavi #Psikoloji


22 Mart 2016 Salı

Esmaül Hüsna

Allah

O'nun zat ve özel ismidir. Diğer isimler fiilleri, sıfatları ve tecellileri ile ilgilidir
Cenab-ı Hak buyuruyor:

"En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin." (Araf,180)

Kur'an'daki Esma'ül Hüsna'dan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen ayet besmeledir. Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür.

Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever." Esmâ'ül Hüsna'nın bütün anlamını içinde toplar. Yüce Yaratıcı'nın diğer bütün isimlerini kapsar. Bu yüzden el-Esmau'l-hüsna olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu ada yandırılır. Bu nedenle "Rahman, Rahim, Aziz, Gaffar, Kahir Allah'ın adlarındandır deriz. " Ama Allah, Rahman'ın adlarındandır" demeyiz.

Allah isimi Kur'an'da 2697 yerde geçmektedir.

Allah'ın güzel isimleri vardır. En güzel isimler O'nundur. Gerçi Allah zatında birdir ve zatının ismi Allah'dır. Fakat sayı olan bir gibi eşi ve benzeri bulunabilecek şekilde bir birlikle değil, eşi ve benzeri bulunmayan üstün bir birlikle birdir. Zatında yalnızca vahid değil, birdir: İlâhî hitapta yer alan "Biz, şehadet ettik, yarattık." gibi çoğul kiplerindeki azamet ve ihtişam, işte ilâhî sıfat ve isimlerin bir araya gelmesinden doğan azamet ve yüceliği dile getirir ki, Allah yüce ismi, bütün bu sıfat ve isimlerin hepsini içine alan bir yüce isimdir. Allah ismi, Allah'ın kendisi gibi, eşi ve benzeri olmayan bir isimdir. Sıfat ve isimlerin çokluğu, zatın çokluğunu gerektirmeyeceğinden o isim ve sıfatların her biri Allah'ın eşsiz özelliklerinden birine delalet eder. Âdem'e öğretilen de isimlerin en güzelleridir.En güzel isimler Allah'a mahsustur. Öyleyse ey müminler, O'na o isimlerle dua ediniz, O'nu onlarla çağırınız veya O'nu bu güzel isimlerle adlandırıp anınız.

Tenbih : Kul, Allah'a bütün kalbiyle bağlanmalıdır. Gözü O'ndan başkasını görmemeli, O'ndan başkasına iltifat eylememeli, O'ndan başka hiç kimseden bir dilekte bulunmamalı, O'ndan başkasından korkmamalıdır.

21 Mart 2016 Pazartesi

"Câliyetü'l-Ekdâr" Risâlesi

"Câliyetü'l-Ekdâr" risâlesi, derin âlim ve büyük veli, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri yazmıştır. Bu risâlede Allah-u teâlânın 99 ism-i şerîfini ve Bedir savaşında bulunan sahabe-i kirâmın isimlerini bildirilmekte ve Peygamber Efendimiz'e salavat getirmektedir. İlk olarak sayılan isimler, şehit olan Sahabe-i Kiram'ın isimleridir. Mevlana Halid-i Bağdadi, bu isimlerin ve salavat-ı şerîflerin hürmetine ve kıymetine sığınarak, kendisinin, bu kitabı okuyanların ve bütün Müslümanların sıhhatleri, selametleri, rahatlıkları ve huzurları için dua etmektedir. Her kim ki bu kitabı okursa, bu duaları etmiş olur ve sevap kazanır.

20 Mart 2016 Pazar

‪‎Kaftar‬ Neye Denir?

Türk‬ ve Fars‬ ‪‎kültüründe‬ yer alan bir cadı figürüdür. İnanışa göre Kaftar, boynuzlu bir kadın görünümündedir. Büyücülük yapar, ölüleri mezardan çıkarıp götürür. Çirkin bir görüntüsü vardır. Kuş olup uçar. Keskin dişlidir. Farsça, kaftar (güvercin) sözcüğünden türediği söylenir. Batı dillerinde ise "kaftarkis" olarak da bilinir. Erkeksi, boynuzlu bir varlıktır. Mezarlıklara gidip, yeni gömülmüş ölüyü mezardan çıkarır, bir taşa yaslayıp boynuzuyla ona vurur. Sonra cesedi sırtına alarak götürür. Dağıstan halklarının inançlarında da bu karaktere "Kuşkâftar" denir. Uzun karışık saçları olan bu keskin dişli varlık kızlarıyla birlikte ormanda yaşar. Onlar geceleri çocukları kaçırırlar. İbn-i Batuta'nın yazdığına göre, "kâftar" sihirbaz cadılara verilen bîr addır.

19 Mart 2016 Cumartesi

Astral Seyahat ve Frekansların Önemi

FREKANSLAR

Astral seyahatin yöntemlerinden bir tanesi de beyin dalgalarını kontrol altına alarak beden dışı deneyimi kolaylaştırmaktır. Uzun yılalrdır ses frekanslarının insan bedeni üzerindeki etkileir araştırılıyor. Bu frekans ve titreşimlerin en büyük etkisi ise insan beyni üzerindedir. Özellikle subliminal mesaj kaydı için kullanılan bir teknik, DİKKATLİ KULLANMAK ŞARTIYLA astral seyahat ve kişisel gelişimler için de kullanılır hale gelmiştir.

Araştırmalar öyle noktalara gelmiştir ki, "Alpha-Tetha-Beta-Delta" isimli dört ana frekansın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.

ALPHA: 7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı.

Gözler kapanıp derin nefes alındığında otomatik olarak Alpha frerkansı etkisine geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor.

TETHA: Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor. Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık.

Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor.

BETA: 13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.

DELTA: 0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar. Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.

Tüm bu frekansların doğru şekillerde uygulanması insan üzerinde fiziksel ve ruhsal olarak değişimlere yol açmaktadır. Ses frekanslarının uyku ve astral ayrılmayla da dolaylı yoldan da olsa bağlantısı mevcuttur, fakat halen frekansları kullanarak uygulanan yöntemlerin gerçekten tehlikesiz olduğunu düşünmediğim için frekanslar ile astral seyahat çalışmaları konusuna burada grmiyoruz.

18 Mart 2016 Cuma

DİLEK HACET BAŞARI DUALARI

Hasbünellahü Ve Ni Mel Vekil....

İslam alemi arasında çok kıymetli bir ayeti kerimeyi sizlerle paylaşmak istedim.. İşi gücü bağlı olanlar, geçim darlığı çekenler.. Haksızlığa zulme uğrayanlar.. Maddi ve manevi sorunları olan insanlar bu ayeti kerimeye devam ettikleri sürece tarif ettiğimiz şekilde inşAllah kısa zamanda umduklarına nail olurlar..

ALLAH C;C makamında yapılan dualarımızı kabul buyursun..Efendimiz Hz.Muhammede s.a.s selam olsun hayır ve dua ile. Okumaya başlamadan önce abdestli olmak gerekir...Bütün yapilan dualarda mekan ve beden temizliği önemlidir, istigfar edilmeli (10); kelimei tevhid (10); Tekbir(7),salavat-i serife (10) okunduktan sonra Besmele-i serife ile (1) asağidaki dua okunur
--------------------
[Ellezine kale lehümün nasü innen nase kad cemeu leküm fahsevhüm fe zadehüm imanen ve kalu hasbünellahü ve nimel vekil(450defa okunur)ve bitiminde bir kere Fenkalebu bi nimetin minellahi ve fadlin lem yemseshüm suün vettebeu ridvanellah,vellahü zu fadlin aziym.....hasbünellahu ve ni mel vekil

Ayeti kerimesini sürekli zikir edenlerin kısa zamanda yasamlarında düzelmeler olur.... Rabbim her daim yar ve yardımcımız vekilimiz olsun....

17 Mart 2016 Perşembe

Neopaganizm ve Üç Tanrıça

Neopaganizm

Vika (Wicca) geleneğinde Büyük Tanrıça’ya Boynuzlu Tanrı ile birlikte büyük bir saygı gösterilirken, Dianik Wicca bağlıları sadece Tanrıça ve tanrıçaları anar ve kutsar. Vika mitolojisi Avrupa mitolojisinin tarihsel anlamda yanlış tanımlama ve çıkarımlarını temel alsa da, diğer neopagan gruplar antik paganist inançları tarihsel anlamda doğru bir biçimde bugüne aktarma arayışı içindedirler. Ayrıca bugün bazı neopaganlar Ana (Arz) Tanrıça ile ekolojik meseleler arasında ilgi kurmuşlardır.

Üç Tanrıça

Birkaç antik Avrupa pagan mitolojisinde tanrıça veya yarı-tanrıçalar üçlü gruplar halinde yer almaktadır; bunlara Yunan Erinyes ve Moirae, İskandinav Norns ve Keltler’deki Brighid ile yine Brighid olarak anılan diğer iki kız kardeşi dahildir. “Bakire”, “Anne” veya “Kocakarı” üçlemesi olan üç tanrıça veya tanrıça üçlemesi özellikle Robert Graves tarafından popülerleştirilmiş bir kavram veya inançtır. Her ne kadar fikri belirgin tarihsel bulgular ve delillere dayanmasa da şiirsel ilhamı ve farklı bulgulara üç tanrıça temelinden yaklaşması sonucu elde ettiği çeşitli sonuçlar belirli bir kesim tarafından kabul görmüştür. Bu üçlemenin farklı biçim ve varyasyonları aslında neredeyse her pagan dinde bulunmaktadır fakat herhangi bir benzeşim söz konusu değildir ve bilimsel olarak bir açıklama getirilmemiştir. Üç tanrıça tapımının sembolik açıdan da farklı bir önemi vardır.

16 Mart 2016 Çarşamba

Bilinçli Rüya Teknikleri / Lucid Rüya

LÜSİD / BİLİNÇLİ RÜYA TEKNİKLERİ : 

1) Gün boyunca ve gece yatmadan önce "rüyamda göreceğim inanılması güç yada ilginç herhangi bir olay karşısında bilincimi kazanacağım" telkini belkide bu iş için en uygun ve en kolay yoldur.

2) Ya gerçekten su ihtiyacınız varken yatıp uyuyun yada susadığınızı ve mutfakta bir bardak buz gibi su olduğunu (hatta belli bir yere su koyarak yatın) düşünün ve su bardağına ulaştığınızda bilincinizi kazanacağınızı düşünün, rüyada eğer bu bardağa ulaşırsanız (çok susadığınız için mutlaka olacaktır) bilinciniz mutlaka yerine gelecektir.

3) Belli bir müziği dinlerken yine aynı telkinleri yapın ve mp3 çalarınızı, o parçayı belirli bir saatte çalacak şekilde ayarlayın. Gece uykunuzda bu müziği duyduğunuzda bilincinizi kazanabilirsiniz.

4) Devamlı aynısını gördüğünüz rüyalar varsa bu rüyayı tekrar gördüğünüzde bilincinizi kazanacağınızı telkin ederek de başarıya ulaşabilirsiniz.


UNUTULMAMASI GEREKEN BİR AYRINTI : Eğer gerçekten başarılı olmak istiyorsanız bu teknikleri denedikten sonra mümkünse kendi tekniğinizi geliştirmeniz daha faydalı olacaktır.

15 Mart 2016 Salı

BİLİNÇLİ RÜYALAR

Rüyada Farkındalık
Kabus gördüğünde rüyada olduğunu fark edip uyanan ya da farklıb ir ryaya geçiş yaptığını anlatan çok insana denk gelebiliriz. hatta neredeyse hepimiz bunu en az 1 kere de olsa yaşamışızdır.
Rüyada gördüğümüz inanılması güç olaylar ve görüntüler, genelde bize o anda rüyada olduğumuzu hissettirir, bu şekilde ya rüyadan uyanır yada farklı bir rüyaya atlarız. Her gece bir çokrüya gördüğümüzü ve bunlardan bir yada iki tanesini hatırladığımızı varsayarsak, rüyada farkındalığı belkide gecede onlarca kez yaşama ihtimalimiz yüksektir. Belkide bir çok rüya görmemizin en büyük sebebi bu tarz olaylar karşısında bilincimizi kısa bir süre için kazanıp farklı rüyaya geçmektir.

Astral Seyahatin en kolay ve en başarılı yolu Lüsid Rüya / Bilinçli Rüyalardır, fakat Astral Seyahatte gidebileceğimiz yerleri Rüyalar Alemi, Paralel Evrenler Bölgesi ve İçinde Bulunduğumuz Zaman Dilimi olarak üçe ayırırız, normal tekniklerle çıkılan Astral Seyahatte bu üç bölgeyide gezmek mümkündür. Fakat Bilinçli Rüyalarla yalnızca Rüyalar Aleminde bulunulmaktadır. Bunun sebebi ise, uykuya daldığımızda otomatik olarak astral bedenimiz vücudumuzu terkeder ve bilincimiz yerinde olmadığından Rüyalar Alemine geçiş yapar. Bilinçli Rüya görmekteki amaç, en zor şey olan Astral çıkışı Astral Beden yaptıktan sonra, bilincimizi kazanıp belkide bir nevi "hazıra konmak"tır.

14 Mart 2016 Pazartesi

Nekromansi Nedir?

Nekromansi, halk dilindeki ruh çağırma tekniği olarak bilinen ve tarihsel fazla eski zamanlara dayanan bir tür düşünce sistemine bağlı akımdır. Eski zamanlarda şuursuz bir şekilde de olsada uygulanabilen bu düşünce tekniği 15. Yüzyıldan sonra zamanın medyumları yönünden kağıda geçirilip, bu fikir akımı üzerine çeşitli çalışmalar yapılırdı.

Zamanımızda medyumluk seviyesine yükselen kişilerin olduğu birçok ülkede denenen bu yöntemin doğruluğu kati olarak bilinmesede, halk içinde gerçek olduğu düşünülmektedir. lakin bilim açısından hala kabul görmemiş, efsanevi yöntemlerden bir tanesi olarak görülmektedir.

Nekromansi, sırf maneviyatı kuvvetli şahıslar sebebi ile yapılabilen ve doğuştan bir kabiliyet gerektiren bir özelliktir. ancak şimdilerde bilinçsizce bu işlemi yapabilen bazı kimselerde bulunmaktadır. lakin en doğru biçimde bu düşünce sistemini uygulayabilen kişiler medyumlardır.

Halktan bir tanesi tarafından yapıldığı takdirde insanın cinlenmesine ya da uğursuzluk getirmesine sebep olmakta. Nekromansi yönteminin halk arasında bilinen ve bazı medyumlarca onaylanmış olan yapılış yöntemi 29 adet kağıt ile yapılan ruh çağırma tekniğidir. Bu yöntemin uygulayışı ise şu şekildedir.

ilk önce 29 adet eş parçalar şeklinde olacak biçimde kağıdın kesilmesi ve karşınıza dizilmesi lazımdır. Bu kağıtların her birine sırasıyla Türkçe alfabesindeki harfler yazılmalıdır. Bu kağıtlar örnek olarak adını verdiğimiz masalara koyulup, harf sırasına göre dizilmelidir. Meselenin üzerine bir fincan koyulmalıdır.

Meselanın üzerine yerleştirilen fincana başparmak konulup, merak edilen soru düşünülmelidir. Daha sonra ise iyice konsantre olunmalı ve sorunuzun cevabını verebilecek kişiyi odak noktanızın merkezinde düşünmeniz gerekmektedir. Bu işlemden sonra fincan istemsiz bir biçimde devinim edip, daha evvela hazırladığınız harfleri seçerek kelimeler oluşturur.

Buda sizin sorunuza çağırdığınız ruhun verdiği cevabı gösterir. ancak bu işlemler esnasında birçok risk ve menfi sonuç ortaya çıkabilir. Bu yüzden de bu işlem her zaman gerçek bir medyum yönünden yapılmalıdır.

13 Mart 2016 Pazar

Vodoo (Kırmızı) Büyüsünün Önemli Tanrıları

Gueda : Ölüm ve büyü tanrısı.
Ogum : Demir ve savaş tanrısı.
İfa : Kutsal ruh.
Yemanja : Deniz tanrıçası.
Olukun : Denizlerinin,bilinçaltının tanrısı.
Oya : Öte alemin tanrıçası.
Omulu : Mezarların kralı.
Nana Buluku : Dahomey’deki (Benin) Fon halkının ve dolayısıyla Vodun inancının en önemli tanrısı.
Çift cinsiyetli olan Nana Buluku : Juedo-Hristiyan tanrı anlayışındaki gibi evreni ve evrenin içindeki her şeyi yaratan, yaratıcı tanrıdır.
Nana Buluku’nun iki kız çocuğu vardır: ay tanrıçası Mawu ve güneş tanrısı Lisa.
Nana Buluku inancı Yorùbá dinine de, eril yaratıcı Aşe’nin dişi düşüncesi/zihni ve daha sonraki yaratıcılığın etkili nedeni olarak dahil edilmiştir.
Nana Buluku inancı Vodun (veya Vudu) için çok önemlidir. Vodun’da Nana Buluku Yaratıcı-Baş-Tanrı’dır, fakat dünyevi işlerle ilgilenmez, zira Vodun inancına göre Nana Buluku dünyevi işlerle ilgilenmek için çok önemli ve büyüktür. Vodun inancı Afrika’dan Amerika kıta ve adalarına köle olarak götürülen topluluklar tarafından buralarda da yaygınlaştı. Vodun inancının yaygınlaşmasıyla Nana Buluku inancı da varlığını sürdürdü ve gelişti.

Kırmızı Büyünün çeşitleri arasında en önemlisi de Vudu (Voodoo) dur.Vudu’ya benzer bir uygulamaya Brezilya yerlilerinin Macumba (Makumba) törenlerinde rastlarız.
Macumba, temelde cinsel büyücülüğe bağlıdır, erotizmi boldur.Vudu ayinleri daha çok mezarlarda yer alırken, Macumba için mekan olarak açık alanlar ya da ormanlar tercih edilir.
Vudu’nun çok konuşulan fakat kanıtlanmayan ve fantastik olarak görünen bir tarafı ise, Zombiler’dir, ya da yaşayan ölüler (Zombi: mezardan çıkma). Kara büyüsel işlemlerle, hipnoz ve telkin yolu ile diriltildiği söylenen bu hareket halinde cesetlerin ruhsuz olduğu söylenir. Bir Zombi’nin kumanda edilmesi, yönlendirilmesi onu o hale sokan Kara Büyücünün işidir.

Vudu (voodoo) bebeği,her çeşit büyüsel gelenekte mevcut olan mum veya kilden yapılan bir heykelciktir. Hedef olan kişiye yapılmak istenilen şey, büyüsel formüller kullanılarak heykelciğe (kukla, bebek) yapılır.

12 Mart 2016 Cumartesi

Gezegenlerin Denklikleri / Büyü İçin Burçlar ve Ritüel Uyumu




GÜNEŞ
Astrolojik İşaret : Aslan
Gün : Pazar
Renkler : Altın,sarı
Tütsüler : Ardıç,biberiye,kadife çiçeği,öküzgözü,karanfil,melek otu,buhur,misk,amber,portakal,limon,sarıkız
Taş : Topaz
Kurallar : Kalp,başarı,liderlik,cesaret,genişleme,iyimserlik,yaratıcılık,büyüme,çocuklar
Anahtar sözcükler : Otorite,ışık,onur,sıcaklık,görkem

AY
Astrolojik İşaret : Yengeç
Gün : Pazartesi
Renkler : Beyaz,gümüş. ( Yeniay:gümüş )- ( Dolunay:kırmızı )- ( Karanlıkay:siyah )
Tütsüler : Yasemin,mersin,ylang ylang,beyaz sandal ağacı
Taş : Aytaşı,inci,kristal
Kurallar : Üretim dengesi,verimlilik,ruhsal güçler,düşler,yaratıcılık,doğum.
Anahtar sözcükler :Akışkanlık,değişim,düşsellik,karanlık,nemlilik,kadınsılık.

MERKÜR
Astrolojik İşaret : İkizler,Başak
Gün : Çarşamba
Renkler : Metalik,değişken renkler
Tütsüler : Lavanta,kedi otu,güzel avrat otu,meyan kökü,anason,hindistan cevizi yaprağı,sandal ağacı
Taş : Akik,topaz
Kurallar : Fikirler,sözlü yada yazılı iletişim,çabukluk,hırsızlık,aldatma,gülünçlük
Anahtar sözcükler : Meşgul,ikisel,parlayıcı,uyum sağlayan,sinirli,hızlı



VENÜS
Astrolojik İşaret : Boğa,Terazi
Gün : Cuma
Renkler : Yeşil
Tütsüler : Kırmızı sandal ağacı,badem yağı,yasemin,gül,menekşe,mine çiçeği,çilek,elma,nane,misk otu,inci çiçeği,kekik
Taş : Zümrüt,mercan,lazurit
Kurallar : Aşk,cinsel istek,arkadaşlık,uyum,güzellik,yaratıcılık,sevimlilik,sevinç,tiryakilik
Anahtar sözcükler : Sevdalı,barışcıl,aşık,zarif

MARS
Astrolojik İşaret : Koç,Akrep
Gün : Salı
Renkler : Kırmızı
Tütsüler : Zencefil,biber,pelin otu,tüm halisünasyonikler,sarımsak,ısırgan otu,tütün,sarı sakız,saparna,kendir,alıç,patchoili
Taş : Kantaşı,lal taşı,yakut
Kurallar : Savaşçılık,enerji,spor,cesaret,umursamazlık,sinirlilik,hırs
Anahtar sözcükler : Mücadele,öfke,enerji,cesaret,anlaşmazlık



JÜPİTER
Astrolojik İşaret : Balık,Yay
Gün : Perşembe
Renkler : Mor
Tütsüler : Karahindiba,hodan,adaçayı,oğul otu,kırmızı karanfil,süsen kökü,keçisakalı otu
Taş : Mor yakut,turkuaz
Kurallar : Onur,zenginlikler,güç,şöhret,başarı,liderlik,kanun,felsefe,yüksek eğitim
Anahtar sözcükler : Lüks,cömert,zengin,hayırsever,ölçüsüz,başarılı

SATÜRN
Astrolojik İşaret : Oğlak,Kova
Gün : Cumartesi
Renkler : Siyah
Tütsüler : Bıldırcın otu,güzelavrat otu,atkuyruğu,deli otu,baldıran,ban otu,tüm kötü kokan otlar
Taş : Damarlı akik
Kurallar : Zaman,soyutlanma,yalnızlık,ileri yaş,üzüntü,sinirlilik,ölüm,engeller
Anahtar sözcükler : Çetin,muhafazakar,sağduyulu,dikkatli,cimri,sakin,saygısız,bahtsızlık

11 Mart 2016 Cuma

Aylar ve Maji


Ocak : Bu ay korunma ve güvenlik için ritüellerin ve çalışmaların yapıldığı zamandır.Tedavi için yapılan majilerde en etkili dönemdir.

ŞUBAT: Sağlık ,ilk önce.tadavi ve bunlar için kullanacak yiyecek ve içeceklerin yapılması,motivasyon için yapılacak çalışmalara uygun aydır.

MART : Başarı ve başarının yolunu kesen şeyleri ortadan kaldırmak için yapılan ritüeller ve çalışmalar için.

NİSAN: Olasılıklar,mutluluk ve yeni meşguliyetlere başlamak için yapılan ritüeller.

MAYIS : Büyüme,gelişme ve büyümeyi devam ettirmek için yapılacak çalışmalarda kusursuz bir aydır.

HAZİRAN : Bu ay en iyi ritüellerin ve çalışmaların yapıldığı aydır(sevgiyle ve iyi nedenler için)

TEMMUZ : Kişisel disiplin.otorite.güç için yapılan maji.

AĞUSTOS : Hayatın içindeki uyum,sakinlik ve barış için yapılan majilerin ayıdır.

EYLÜL : Ruhsal büyüme ve gelişme için uygun maji ayıdır.

EKİM : Hayatdaki değişiklikler için maji.

KASIM : Güç ve gerçekler için maji.

ARALIK : Kişisel benliğin.ruhun gelişmesi ve zenginleşmesi için yapılan çalışmalar

10 Mart 2016 Perşembe

Cadı Avları Neden Yapılır?


Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti.

1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.

Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.

Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.



14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir- yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir.

Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü. ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü.

Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor.

Bu Blogda Ara