İnsan, seçimlerinden, dolayısıyla da deneyimlerinden sorumludur; çünkü bilinçli irâde sâhibidir. Hayat; “ekme-biçme”, “sebep-sonuç” yasası ile kendisini gösterir. Tüm boyutlarda oluşa hazır bekleyen kanallar, anlamı ‘program’ demek olan kader bantları” irâdemiz ile şekillenir; bütünün, bütünselliğini yakalamış bireyin en yüksek faydasına-hayrına işler.
Bireyin sınırlı tanımında (zihninde) görünen sorun, sınırsız alanda sorun değildir. İnsan, irâdesini kullanarak bu sınırsız alana yükselebilir. Acı ve mutsuzluk; “sınırlı alanda var gibi görünen, ancak aslı ile yok olan benliğe âit birer "yanılsama”dır.
Gerçek dediğimiz “Hakîkat” (rûh) acımaz, üzülmez, sıkılmaz; kesinlikle yeterlidir. Mutsuzluksa, “sınırlı alanın sınırsızı tanımaması ve oraya ulaşma yolunu bilmemesi”nden kaynaklanır. Düşünce tohumları, istesek de istemesek de her an ekilmekte ve yeşermekte…
Meyvenin acı veyâ tatlı olmasını belirleyen unsur, deneyimlerden edindiğimiz tecrübelerdir. İrâde; deneyimlerden aldığımız dersler, yâni tekâmülümüz oranında “Hakîkat” ile uyumlanır ve güçlenir.
Vâroluşla bütünleşilen noktada, seçim ve irâdeden ziyâde “izlemek”, “tanık olmak” vardır. “İzlemek seyri”ndeki tercihler bireye değil, “bütün”e âittir. Ne var ki bu ayrımı ancak “bütün tarafından kuşatılanlar” bilebilir.
Sorgusuz sualsiz cennete girecek olanlar; bilinçli olanlar, ‘oluş’a şâhit olanlardır…
Kişi, tanık (şâhit) konumundaki bilinç ile “sebep-sonuç zinciri”nden, yâni “karmalar”dan (zihnin doğasını bozan kayıtlardan) kurtulur. “Beden-zihin sınırlılığı”, bu seviyede “bilinç-ruh sınırsızlığı” ile tanışır ve “sezgisel zekâ” bu tanışıklıktan doğar.
Yetilerimizi bu düzeydeki üst şuur ile mayaladığımızda, “kaderin efendisi” konumunda iş görmeye başlarız. Kaderin efendisi; kâbiliyetlerini bilen ve bunu etkin kullanabilen bireysel ve yetkin yönümüzdür! O zaman bâzı programları değiştirebilir veyâ yeniden formatlayabiliriz.
Allah yanılsamalardan özgürleşmiş, varoluşla bütünleşmiş olmayı nasip etsin İnşallah.