30 Temmuz 2015 Perşembe

Marfa Hayalet Işıkları

Marfa Hayalet Işıkları olarak da bilinen Marfa Işıkları  Amerika Birlesik Devletleri'nin Texas eyaletindeki Marfa şehrinin doğusunda gözlemlenen gizemli parıltılar.Görenlerin hayalet,UFO veya ılgım olarak tanımlamasıyla ün kazanmıştır.

Işıkların gözlemlenmesi hakkındaki ilk açıklama Temmuz 1957'de Coronet Magazine'de yapıldı. Açıklama gizemli ışıkların tarihinin 19. yüzyıla dayandığını iddia ederek ışıkları genellikle yerin üzerinde dalgalanan bazen de gökyüzüne yükselen basketbol topu büyüklüğündeki parıltılar olarak tanımladı.Renkleri genellikle beyaz,sarı,turuncu veya kırmızı bazen de yeşil veya mavi olarak bildirildi.Parıltıların omuz hizasında durduğu,düşük hızda yatay olarak hareket ettiği ve bazen de herhangi bir yöne doğru hızla hareket ettiği söylendi.Rapora göre sıklıkla grup halinde görülüyor, bazen grubun dağılıp tekrar birleştiği söyleniyordu.

Görülen cisimler yılda 10 ila 20 kez rapor edildi.Ancak gündüz görüldüğüne dair güvenilir bir bilgi elde edilemedi.

Işıkları gördüğünü iddia eden vatandaşlara göre onlar geceleri herhangi bir zamanda belirgin mesafelerde Marfa'nın 5 ila 15 mil güneydoğusunda görülebiliyor ve bir saniyeden bir kaç saate kadar gözlemlenebiliyor.Yılın her döneminde ve her türlü hava şartında görülüyor.Bazen alacakaranlıkta bazen manzaranın belli belirsiz görünmeye başladığı günün ilk ışıklarında gözlemleniyor.

Eyalet,ışıkları seyahat haritalarında gösterdi,şehre gözlem platformu kurdu ve senede birkez locaların alınıp satıldığı hafta sonu festivalleri düzenlemeye başladı..


Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Büyük Ayak Gizemi

Amerika’dan bir gizem daha… Yeni Kıta’da yıllar boyunca, insana benzeyen, bol tüylü, son derece iri, ‘Büyük Ayak’ adlı bir yaratığı gördüğünü iddia eden sayısız insan ortaya çıktı. Tüm kıta çevresinde kaydedilen iddialar eğer doğruysa, aslında binlerce Büyük Ayak’ın yaşıyor olması gerekirdi. Ancak bugüne kadar bu yaratığa ait tek bir ceset bile bulunamadı. Ortada belirsiz fotoğraflar, video kayıtları ve tanıkların açıklamalarından başka bir şey yoktu. Görünen o ki, Büyük Ayak da, İskoçya’nın varlığı bir türlü kanıtlanamayan ünlü Loch Ness canavarı gibi gizemler dünyasındaki yerini koruyacak.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Taos Uğultusu

ABD’nin New Mexico eyaletinde bulunan küçük Taos kentini ziyaret eden bazı turistler ve vatandaşlar, yıllardır, çöl havasında gizemli, güçsüz, düşük frekansa sahip bir uğultu ve titreşim duyduklarını anlatıyorlar. Bu iddiada bulunanlar, Taos vatandaşlarının sadece yüzde ikisini oluşturuyor. Bazıları bunun çöldeki garip birtakım akustik sorunlarından kaynaklandığını düşünürken, bazıları da bir çeşit kitle histerisi ya da uğursuz bir sır olduğuna inanıyor. Duyulduğu iddia edilen sese ister vızıltı, ister uğultu, ister titreşim deyin; ister psikolojik, ister doğal, ister doğaüstü olduğuna inanın… Hakkında bilinen bir tek gerçek var: O da şimdiye kadar hiç kimsenin bu garip sesin kökenini ortaya çıkaramadığı.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Deja Vu Nedir?

Fransızca bir kelime olan ‘déjà vu’, Türkçede ‘daha önce görülmüş’ anlamını taşıyor. Açıklamak istediği durum ise şu: Özel bir anı ya da birtakım koşulları, aynı şekilde daha önceden de yaşamış olduğunuzu hissetme hali. Herkesin hayatında bir ya da birkaç kez yaşadığı bu duygu, şaşırtıcı, anlaşılmaz, gizemli ve evet ürkütücüdür. Araştırmacılar ‘déjà vu’ ile ilgili bazı açıklamalar yapmaya çalışsalar da, bu tuhaf hissin nedeni, bir gizem olmayı sürdürüyor.

Cinlerin Verdiği Rahatsızlıklarda "Deja Vu'nun da geçtiğini göreceksiniz.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Beden ve Zihin Bağlantısı

Bir efsaneye dönüşen ‘plasebo etkisi’ zihinle beden arasındaki muhteşem ilişkinin en basit kanıtı. Bu etki kendini şöyle gösteriyor: Sahte, yani aslında ilaç olmayan bir ilaç aldıklarından habersiz denekler, dertlerine derman olacak bir hap ya da şurup içtiklerini düşündüklerinden kendilerini daha iyi hissediyorlar. Üstelik etki kimi zaman bununla da kalmıyor, tıbbi belirtilerde de düzelme görülüyor. Plasebo deneklerine bakınca, insan ister istemez, zihin neye inanırsa bedeninin de onu yaşadığına hüküm getiriyor. Pek çok uzman, zihnin yardımıyla bedenin kendi kendini iyileştirebilme kabiliyetinin, modern tıbbın yaratabileceği bir ‘mucize’den kat be kat büyüleyici olduğuna inanıyor.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Kendiliğinden Yanan İnsanların Gizemi

Uyarı: "Yazıya başlamadan önce daha önce paylaşmış olduğumuz Yürüyen Kayaların Gizemi ve Cinler yazımızı okuyup ayetler eşliğinde ki esrarengiz olayların olabileceğini görüp sonra Yanan İnsanlar yazımızı okumanızı tavsiye ederiz. Zira yazının içerisinde de olduğu gibi ortaya atılan ve sonra çürüyen teorilere kitabımız güzel bir cevap vermiştir. Bilinmeyen hiç bu kadar düşündürücü olmamıştı. Keyifli okumalar"

2006 yılında, Fransa’nın bir köyünde yalnız yaşayan 57 yaşında bir adam, evinde yanmış halde bulundu. Başı, göğsü, kolları ve ayakları neredeyse sapasağlamdı, ama vücudunun karnından bacaklarına kadar olan kısmı tamamen kül olmuştu. Yanmış bedenin birkaç santim yanındaki gazeteler, hasır iskemle, ve diğer nesneler isten kararmış, fakat yanmamışlardı. Evin kapısı içeriden kilitliydi ve anahtar içeriden kilide takılmıştı. Kapıyı kırmaktan başka içeri girme yolu yoktu.

Yine 2006’da, 55 yaşında bir adam Cenevre’deki evinde ölü bulunduğunda bedeninin dizlerinden göğsüne kadar olan kısmı, kemikleri dahil, bütünüyle küle dönmüştü. Fakat başı, bacaklarının alt kısmı ve ayakları çok az zarar görmüştü, çorapları ve ayakkabıları hâlâ üzerindeydi. Ceset halının üzerindeydi ve halının sadece cesede temas eden kısmı yanıktı, vücudun etrafındakı kısmında hasar yoktu. Ahşap mobilyalar, kanepe, masa, çok yakında olmalarına rağmen yanmamışlar ama yağlı, sarımtırak bir maddeyle kaplanmışlardı.

Bu vakalar, ve nice benzerleri, adli tıp araştırmacılarının alışık olduğu yanmalardan ve olağan ev kazalarından çok farklı özelliklere sahip. Geçmiş yüzyıllardan bu yana defalarca benzer nitelikte vakalar anlatılageldi. Bu olguya, 19. yüzyıldan kalma (ve artık yanlış bulunan) bir terimle Ani İnsan Yanması (Spontaneous Human Combustion) adı veriliyor.

Bu tür yanmalara dair bilinen en eski yayın 1663’de, Paris’te yatağında yanarak ölen, ama yatağının çoğu ateşten etkilenmemiş olan bir kadına dair bir rapordur. Ondan seksen yıl sonra, 1745’te Philosophical Transactions of the Royal Society‘de başka bir vaka aktarıldı: 62 yaşındaki zarif ve asil Cesena Kontesi Cornelia Baudi, 1731 yılında bir sabah yatağıyla penceresi arasında bir kül yığını olarak bulunmuştu. Kül haricinde geriye sadece çoraplı bacakları kalmıştı, odadaki eşyalar yangından etkilenmemişti. Makalede “En iyi açıklama, içten gelen bir ateşle yanmış olduğudur” diye yazıyordu.

19. yüzyılda İngiltere ve Fransa’da yeni vakalar rapor edildi. 1832 yılında yazılan bir derleme, 1692 ve 1829 arasında gerçekleşen on dokuz ani yanma vakası listeledi. Kurbanların çoğunun sık sık veya sürekli olarak alkol aldığı belirtildi. Tartışmalar başladı, ama vakaların nadirliği yüzünden veriler yetersizdi. Ani yanma diye bir şey olmadığını, ifadelerin güvenilmez olduğunu söyleyenlerin yanı sıra, kurbanların çoğunun alkolik ve Viktoryen ahlâkın sınırlarını zorlayan insanlar olmasına işaret ederek, tanrının gazabı olduğunu ima edenler de vardı.

1888’de British Medical Journal’da yayınlanan bir raporda, samanlıkta uyurken yanarak kül olan bir adamdan bahsedildi. Elleri ve sağ bacağı kopup aşağıdaki ahıra düşmüştü. Doktor, yakındaki saman yığınının ateş almadığına bakarak, ateşin dış sebeplerden değil, kurbanın içinden başladığına kanaat getirdi. “Kurban aşırılığa kaçan davranışları ile bilinirdi” diye yazarak, arif olan anlar demeye getirdi.

Dönemin ruhçuluğa ve “paranormal”e yatkın romantik havasında, “cehennem ateşi” imgesi ve nokta vuruşlu ilahi gazap algısı, ani yanma olayını mistik bir hâleye büründürmüş olsa gerek. Nitekim ani yanma, dönemin edebiyatında Dickens, Zola, Balzac, Twain, Verne gibi yazarların eserlerinde yer bulur. Belki biraz da bu mistik hava yüzünden bilimciler ani yanma olaylarına bir süre sırt çevirdiler.

Ancak, 20. yüzyılda benzer vakalar görülmeye devam etti. Adli araştırma yöntemlerinin gelişmesi sayesinde daha ayrıntılı belgelemeler yapmak mümkün oldu.

Mary Reeser’in 1951’deki ölümü en iyi incelenen vakalardan biri oldu. Florida’da yaşayan Reeser, 2 Temmuz 1951 akşamı oğlunu ve torununu ziyaretine geldiğinde uyku haplarını almış, uyumaya hazırlanıyordu. Ertesi sabah bir komşusu onu uyandırmaya geldiğinde kapı kolunun tutulamayacak kadar sıcak olduğunu gördü. İçeri girildiğinde odanın dumanla kaplı olduğu görüldü. Odanın ortasında, içinden tek bir bacak çıkan bir kül yığını vardı. Tavandaki kiriş hâlâ küçük alevlerle yanmaya devam ediyordu, ama diğer eşyalar isle kararmalarına rağmen yanmamışlardı.

Aynı korkunç kader başka yer ve zamanlarda tekrarlandı. 8 Kasım 1964’de Helen Conway, Pennsylvania’daki evindeki koltukta, bacakları sapasağlam ama geri kalanı kül olmuş olarak bulundu. 5 Aralık 1966’da Dr. John Irving Bentley aynı kadere Coudersport, Pennsylvania’daki evinin banyosunda yakalandı, geriye sadece bir bacağının dizden aşağısı ve giydiği ayakkabısı kalmıştı.

Bu şanssız insanların akıbetleri fotoğraflarla kayda geçti. Bu fotoğraflar çok itici ve korkunç olduklarından bu yazıya hiçbirini eklemedim. İlgilenenler verilen isimlerle internet araması yaparak veya kaynaklara bakarak resimleri görebilirler.

Jenny Randles ve Peter Hough, tarihi vesikaları tarayarak 1613 ve 1990 arasında 111 tane ani yanma vakası tespit etti. Bunların çoğu İngiltere ve Fransa’dandı. 1988-2000 arasında Fransa’da beş ayrı vaka [5], 2000-2011 döneminde ise Avrupa ve ABD’de oniki vaka bildirildi [3]. Tarih boyunca bildirilen ani yanma vakalarının toplam sayısı 150-200 arasında.

Uzunca bir zaman “ani yanma” diye birşeyin olmadığı söylenirdi, ama artık adli tıp bu olguyu gerçek olarak kabul ediyor.



Ortak özellikler

Ani yanma terimiyle tanımlanan olaylar, başka yanmalardan farklı özellikler taşıdıkları için şaşırtıcı ve ürkütücü. Bu vakaların hepsinde vücudun orta kısmı, kemikler dahil olmak üzere, tamamen kül oluyor, fakat kafa, kollar veya bacaklar sağlam kalmış olabiliyor. Alelade yangınların kurbanlarında ise tam tersine, en büyük zarar kafa, eller ve ayaklarda görülüyor.

Başka bir şaşırtıcı ortak özellik, cesedin yanı başındaki eşyaların hiç yanmamış olması.

Yanan vücuttaki yağın sıvılaşarak yere akmış olduğu görülüyor.

Kurbanların hiç birinin yanında şiddetli bir ısı kaynağı veya ateşleyici madde bulunmuyor; en fazla sigara, çakmak, su ısıtıcısı gibi basit nesneler var. Bu eksiklik garip, çünkü et, çoğunlukla su barındırmasından dolayı kolay ateş alabilen bir madde değildir.

Kurbanların hepsinin olmasa da birçoğunun kanında yüksek oranda alkol tespit edildi. Bu yüzden 19. yüzyılda alkolün dokuları yanıcı hale getirmiş olabileceği ileri sürüldü. Ancak, alkol safken bile yandığında güçlü bir ateş yaratmaz. Alkol alevinin içinden elinizi rahatlıkla geçirebilirsiniz. Ünlü kimyacı Justus von Liebig, bu hipotezi test etmek için 1851’de yaptığı bir deneyde, %70’lik alkol çözeltisi içinde muhafaza edilen numunelerin Bunsen ocağı alevinde bile tutuşmadıklarını gösterdi. Ne kadar alkol alırsanız alın, etiniz yanıcı hale gelmez.

Kurbanların neredeyse hepsi orta yaşın üstünde, sağlıkları çok iyi değil, ve yalnız yaşıyorlar. Bir kısmı multipl skleroz veya kalp-damar hastalıklarından muzdarip, bir kısmı da sigara ve alkol bağımlısı.

Vakaların kundakçılık ve cinayet olduğuna dair hiçbir delil yok.

Kendini yakarak intihar muhtemel değil, çünkü kendini yakanların giysilerinde yakıt kalıntısı gözlenir, yakıt kabı da cesedin yakınında bulunur.

En büyük acayiplik kemiklerin bile kül olması. Şiddetli yangınlarda veya cenaze ateşlerinde, yumuşak doku tamamen kül olsa da, kemikler geriye kalır. Krematoryumlar, cenazeyi çok yüksek sıcaklıklarda bir iki saat yakarak tamamen külleştirebilirler, ki o zaman bile geriye birkaç küçük parça kalır.

Kemikleri külleştirecek kadar güçlü, ama birkaç santim uzaktaki eşyalara zarar vermeyecek kadar zayıf bir ateş nasıl ortaya çıkabilir?



Fitil teorisi

Vücut yağının ateşi devam ettirecek muhtemel bir yakıt olabileceği 1830’da ortaya atılmıştı, ama daha kapsamlı bir açıklama 1965’te geldi. Adli tıp uzmanı D. J. Gee, yanan bir insanın elbiselerinin vücuttaki yağın tutuşmasını kolaylaştırdığını, böylece uzun süreli, dokuları tamamen tüketen bir ateşin idame ettirilebileceğini ileri sürdü.

Bir kap dolusu zeytinyağının içine attığınız bir kibrit söner gider; yağı bütün halde tutuşturmak zordur. Oysa kabın içine bir fitil koyarak onu bir kandil haline getirirseniz, saatlerce yavaş yavaş yanan bir ateş yaratabilirsiniz. Gee’nin “fitil teorisi” insan yağının da aynı şekilde yandığını öne sürüyor.

Eğer vücudun bir noktasında deri altına inen bir yara veya yanık varsa, oradan çıkan yağ (ki vücut sıcaklığında sıvı haldedir) giysiye bulaşır. Yanarak kömürleşen pamuk veya yün dokuma, yağı azar azar çeken ince gözenekli bir malzemeye dönüşür. Bu ateş çok kuvvetli değildir, ama uzun saatler boyunca yavaş yavaş yanarak bütün vücudu tüketebilir.

Fitil teorisi ani yanma olaylarının birçok ortak özelliğini açıklayabiliyor. İnsan yağı epeyce su barındırdığı için, yandığında fazla ısı vermiyor. Bu yüzden şiddetli alev görülmüyor ve yakındaki eşyalar tutuşmuyor. Deri altında fazlaca yağ barındıran göğüs-karın-kalça bölgesi kül olurken, daha az yağ barındıran veya giysiye temas etmeyen kısımlar etkilenmiyor. Ateşin hükmü sınırlı kalıyor [6].

Bu teoriyi denemek için yapılan ilk deneylerde, bir parça insan yağı, önce bir parça insan derisine, sonra birkaç kat kumaşa sarıldı ve açık alevle tutuşturuldu. Yağ, açık alev olmadan bir saat için için yanarak tükendi.

Harici bir ateşleyici fitil teorisinde kilit rol oynuyor. Ama ev şartlarında böyle bir ateşin nasıl oluştuğu konusunda görüş birliği yok. Bazıları, kurbanların sigara alışkanlığından yola çıkarak düşen bir izmaritin tutuşmaya yol açtığını söylüyor, ama bir sigara yanığının deri yağını açığa çıkarabilecek kadar derin bir yara açıp açmayacağı meçhul. Başka vakalarda yakındaki bir odun sobası, hatta cesetten altı metre uzakta bulunan bir su ısıtıcısı, ateşleme kaynağı olarak gösterildi. Görünüşe göre, her türlü basit ısı kaynağını ateşleyici olarak görme hevesi var.

Adli araştırmacı John DeHaag, fitil teorisini daha gerçekçi şartlarda denemeye tabi tuttu. Domuzların doku ve yağ yapısı insanınkine benzediği için, ilk deneylerinde, temizlenmiş ve buzdolabında saklanmış bir domuz bedenini kullandı. Yeni bir çalışmasında ise insan kadavraları kullandı. Her iki deneyde de, bedendeki yağ yanmanın çok uzun süre devam etmesini sağlıyor, yanan bedene temas etmeyen eşyalar zarar görmüyor. Tavanda, bedenin üstüne denk gelen yerde çok yüksek sıcaklıklar oluşabiliyor. Bu gözlem, tavanın nasıl ateş aldığını açıklayabiliyor.

Böylece, “ani yanma” olaylarının adli tıpta genel kabul gören açıklaması ortaya çıkıyor: Genellikle kurbanlar kalp krizi vb. “doğal” bir sebeple can veriyorlar, ya da uyku ilacı veya aşırı alkol alımından dolayı hissizleşiyorlar. Yakındaki bir ısı kaynağından (izmarit, soba vs) gelen bir tutuşturma sonucu deri deliniyor, yağ açığa çıkıyor. Kurbanların giydikleri veya örttükleri kumaşlar bu yağı emiyor, ve yağın yavaş yavaş yanmasına, bedenin kül olmasına yol açıyor. Vücudun giysili olmayan baş, el gibi kısımları bu yüzden zarar görmüyor. Yakıt vücudun içinden dışarı çıktığı için ve büyük alevler oluşmadığı için çevreye zarar gelmiyor.

Bu açıklamanın kabulünden sonra “ani yanma” terimi artık kabul edilmiyor, onun yerine “devam eden yanma” (sustained combustion) terimi teklif ediliyor. Zaten yanmanın “ani” olduğunu gören kimse yok; tarihteki hiç bir vakada bedenler alevler içinde gözlenmemiş.

Gel gör ki, kadavralı deneylerde ortaya çıkan manzara, olay yeri fotoğraflarındakilere hiç benzemiyor. Gerçek vakalarda eller ve bacaklar bir vitrin mankeninden kesilip konmuşçasına sağlam kalabiliyorken, DeHaag’ın deneyinde bütün vücudun kömürleştiği görülüyor. Bu muhtemelen kadavranın bir yatağa yatırılmış olması ve yatağın dokumasının fitil etkisi yapmasından ileri geliyor. Ancak, daha önemli olan nokta, deneylerde kemiklerin sağlam kalmış olması. Oysa ki olay yeri raporlarına göre kemiklerin kül olması gerekiyor.



Aseton teorisi

Araştırmacı Brian J. Ford, etin tutuşturulmasının çok zor olduğuna, ve fitil etkisiyle bile kemiklerin sağlam kaldığına dikkat çekti ve alternatif bir teori teklif etti [4]. Ford, çok daha hızlı ve kuvvetli bir yanma gerektiğini savunarak, metabolizmadaki bir dengesizliğin böyle bir yanıcılık sağlayabileceğini ileri sürdü.

Karbonhidrat içeren gıdalar aldığımızda kanımızdaki glikoz (şeker) artar. İnsulin hormonu, bu glikoz moleküllerinin başlıca karaciğerde bir zincir haline yani glikojene dönüştürülmesini sağlar. Karaciğerde depolanan glikojen gerektikçe parçalanır ve glikoz olarak kana salınır.

Glikojen depoları tükendiğinde, vücut enerjiyi yağlardan elde etmeye yönelir. Yağlar metabolize edilirken hücrelerin enerji üretmekte kullandığı çeşitli moleküller ortaya çıkar. Uzun süren bir açlığın sonunda karaciğerde bu moleküllerin bazıları, “keton cisimleri” adı verilen moleküllere dönüştürülür ve hücreler enerji üretiminde bu molekülleri kullanırlar. Metabolizmanın bu acil durum planına “ketoz” adı verilir. Keton cisimleri vücutta beş saat içinde kullanılmazlarsa kendiliklerinden parçalanarak asetona dönüşür. Bu aseton idrarla ve nefesle vücut dışına atılır.

Ketoz, uzun süren açlık (sözgelişi oruç) ile ortaya çıkabilir. Nefesle atılan aseton açlıktan nefesimizin kokmasına sebep olur. Ayrıca uzun süren egzersiz, Atkins gibi karbonhidratsız diyetler, aşırı alkol alımı, ve tip-1 diyabet ketoza yol açabilir. Ketosis durumunun sağlığa zarar verdiği düşünülmüyor, ancak aşırı olması kandaki asit-baz dengesini bozacağı için zararlı olabilir.

Ford’a göre, ketoz durumunda vücudun her yerinde çok miktarda aseton bulunacağı için, etin alev alması mümkün olabilecekti. Ani yanma olaylarının ortak özelliği olan bütünüyle külleşme bu şekilde sağlanabilirdi. Dahası, Ford ani yanma raporlarında güçlü mavi alevlerden bahsedildiğini, fitil teorisinin bunu vermediğini söyledi.

Ford, bu teorisini denemek için, bir domuzun karnından, bir insanın 1/12 ölçeğinde biçimlendirilmiş bir parça aldı ve beş gün aseton içinde bekletti. Asetonu iyice emmiş olan et parçası, bir alevin yaklaştırılmasıyla hemen ateş aldı. Yaklaşık bir saat içinde numune kül oldu, fakat iskemleye oturur şekilde yerleştirilen modelin ayakları sağlam kalmıştı.

Sonuç Ford’u çok etkiledi. Eldeki ceset modelinin bacakları sağlam kalmış, üst kısmı kül olmuş görünüyordu. Beklediği gibi, çok hızlı bir yanma gerçekleşmiş ve mavi alevler çıkmıştı.

Bununla beraber, aseton teorisinin açıkları ve eksikleri, alternatifi olmayı iddia ettiği fitil teorisine göre çok daha fazla.

Ford aseton yanışındaki yüksek hızın ve mavi alev fışkırmasının ani yanma raporlarına uygun olduğunu, fitil etkisinde böyle alev görülmediğini, dolayısıyla kendi teorisinin daha doğru olması gerektiğini iddia ediyor. Oysa bilimsel makalelerde ve tarihi kaynaklardaki vakalarda böyle bir gözlem yok. Ford’un verdiği mavi alevli yanma örneklerinden birinin ani yanma olduğu şüpheli, diğeri için ise literatüre değil, bir TV haber programına atıf yapıyor.

Ford’un deneyinde modelin bacakları, alevler yukarı doğru uzandığı için sağlam kalıyor. Eğer yatar durumda olsaydı tamamının kül olması beklenirdi. Aseton teorisi kol, bacak ve kafanın neden sağlam kaldığını açıklamakta yetersiz kalıyor.

Ford yanlış olarak, 1/12 ölçekli model ile gerçek bir kadavranın aşağı yukarı aynı sürede yanacaklarını iddia ediyor. Bu, bir ağaç kütüğü ile ince bir çıtanın aynı sürede yanacağını söylemek gibi birşey. Tam ölçeğe taşındığında hem yanma süresi, hem de yanmanın biçimi çok değişecektir.

Daha da önemlisi, yaşayan insan dokusunda bulunabilecek azami aseton miktarının bu tür bir yanma için yeterli olup olmayacağını bilmiyoruz. Ford beş gün “marine ettiği” on beş santimlik et parçasının içinde ne miktarda aseton bulunduğunu ölçmemiş, ama canlı dokuda bulunabilecek miktardan çok fazla olduğunu tahmin edebiliriz.

Yani, aseton teorisi fos çıktı.



Kötü bilim

Biraz konu dışına çıkıp, “bilimsel” görünen her şeye inanmamak hakkında ahkâm keselim.

Aseton teorisini Ford 2011’de ortaya attı, deneyini ise 2012’de yayınladı. Teori, muhtemelen zayıf noktaları yüzünden, bilimsel çevrelerde pek bir tesir yaratmış gibi görünmüyor.

Ford’un yazdığı makalenin, bilimsel dergilerdeki başka makalelerin aksine, hakem incelemesinden geçmediği çok açık. Bağımsız gözlerle değerlendirilseydi, kolayca bulunabilecek hatalarla yayınlanamazdı. Ford’un The Microscope isimli, pek tanınmayan bir dergide, serbestçe yazabildiği düzenli bir “köşesi” bulunduğu anlaşılıyor, bu hipotez de bu köşede yayınlanmış.

Ford’un hipotezi, popüler bilim dergisi New Scientist‘te yayınlanmasından sonra internete ve çeşitli haber sitelerine yayıldı. Konuya meraklı olup da bir internet araması yaptığınızda öncelikle bu haberlere ulaşırsınız. Teorik bir mekanizma belirlemiş, deneyini de yapmış, demek ki şüpheye yer bırakmadan ispatlamış diye düşünebilirsiniz. Oysa bu iddiaya, önceki çalışmaların da ışığında, eleştirel bir gözle baktığınızda açıklarını görmeniz kolaylaşıyor.

İnternette sık sık “Cambridge profesörü” olarak anılsa da, Ford aslında profesör filan değil (İngilizcede “professor”, “öğretmen” anlamına da gelebiliyor). Herhangi bir konuda uzmanlık diploması yok, hatta üniversite diploması da yok. Cambridge ile tek bağlantısı Sürekli Eğitim Enstitüsü’nde mikroskop meraklılarına üç günlük bir ders vermiş olması.

Ford iki yıl Cardiff Üniversitesi’nde biyoloji okumuş, sonra da kendi ifadesiyle “bilimin gidişatı onu tatmin etmediği için […] üniversiteyi bırakıp bilimsel araştırmaya yeni bir disiplinlerarası yaklaşım getirmek için kendi laboratuarını” kurmuş. Bunda kötü birşey yok, ama bağımsız çalışan bir bilimci de genel bilimsel kriterlere uymak zorundadır.

Ford’un yazdığı çeşitli kitaplar, bilimsel konulara dair hazırladığı radyo ve TV programları var, ama kendisini bir bilim yazarından çok araştırmacı gibi göstermeyi tercih ediyor. Birçok değişik alanda spekülasyon yapmaya bayılıyor, ancak hepsine yabancı olduğu için temel hatalar yapıyor. Sözgelişi, büyük dinozorların karada değil suda yaşamış olması gerektiğini iddia ediyor. Bu iddia paleontologlar arasında yüz küsur sene önce yaygındı, ama artık çürütüldü. Alandaki temel bilgilere sahip olmadan özgüvenli iddialarda bulunması yüzünden epeyce tepki çekti. Ford ayrıca hücrelerin bireysel zekâya sahip oldukları, Darwinizm’in bir din haline geldiği gibi spekülasyonlar yapıyor. Aseton teorisinin de diğerleri gibi kafasına esiveren bir fikir olduğu anlaşılıyor.

Skepticblog’dan Donald Prothero, Ford’u “abartılmış amatör bilim meraklısı ve medya meşhuru” olarak tanımlıyor. “İngiliz bilim camiasında, hiç bir alanda ileri seviye eğitimi veya niteliği olmayan bir çatlak olarak biliniyor. Anlaşılan bütün olayı, pek bilgi sahibi olmadığı farklı bilim alanlarına bulaşıp parlak birşeyler ortaya atarak medyaya konu olmak, ve sonra başka bir şeye geçmek.”

Yani, bilimsel terimler kullanan, bilimsel görünen her şey bilimsel değildir. Bilim disiplininin gerektirdiği özenle yapılıp yapılmadığına bakmak gereklidir. Bu elbette kolay bir şey değil. Ani yanma olayını merak edip okumaya başladığımda aseton teorisine rastlayıp ondan çok etkilenmiştim, ama biraz daha düşünmeye vaktim olması sayesinde açıklarını görebildim. Herkesin bu kadar vakti olmayabilir, veya daha derin inceleme hevesi olmayabilir. O yüzden Yalansavar gibi siteleri takip etmeniz, ve Palavra Tespit Kiti’ni aklınızın bir köşesinde bulundurmanız çok faydalı olur.

ŞUNLARA DA GÖZ ATIN


Metedoran Nedir?


Tılsımlı Kolye Yüzük Ne İşe Yarar? Nasıl Yapılır?


Ev-Ofis Tılsımı (Bolluk Bereket) Tılsımı Nedir? 



Tılsımlı Olan Materyaller / Tılsımda Kullanılan Tılsımlı Olduğuna İnanılan Yiyecekler




















Mısırlı'larda Mumyalama

Tanrı Osiris'in parçalara ayrılan vücudunun bir araya getirilerek tekrar canlanması, eski Mısırlıların ölüm sonrasında da bir hayatın olduğuna inanmalarına neden olmuştur. Mısırlılar, ölüyü ikinci hayatına hazırlamak için vücudunun korunması gerektiğine inanmışlar ve bu şekilde mumyalama işlemini ortaya çıkarmışlardır.

Mumyalamanın doğru yapılması önemliydi. Eski Mısırlılar, insan ruhunun "ba", "ka" ve "akth" adlı 3 ruhtan oluştuğuna inanıyordu. Ölüm sonrasında, kişinin tekrar canlanması icin bu ruhları korumak zorundaydılar. Özellikle, üç ruhtan biri olan "ba" nın vücudu tanıması için bu gerekliydi. Ruhlardan birinin ölümü, diğerlerinin de yok olması anlamına geliyordu. "Ba" adlı ruhu, insan başlı bir kuş olarak betimlerler ve bu ruhun, kişinin karakterini, kişiliğini temsil ettiğine inanırlardı. "Ba" nin mezar içinde yaşadığını düşünürlerdi. "Ba" , sürekli olarak mezarda kalmaz, özgürce hareket eder  ve daha sonra tekrar mezara geri dönerdi.

"Ka" adlı kısım ise, ölünün benzeriydi. "Ka", insan figüründe ve kolları kalkık olarak veya sadece bir çift kalkmış el olarak temsil edilirdi. "Ka", vücuda yakın olmak zorunda olduğundan mezarı terk edemezdi. "Ka" nın besine, içeceğe ve kıyafete ihtiyacı vardı. Bu nedenle ölünün yakınları, düzenli olarak mezarı ziyaret eder ve bu ihtiyaçlarını karşılarlardı.

"Akh" ise, ölümsüzlüğü temsil ederdi ve "ba" gibi kuş şeklinde sembolize edilirdi. Kişinin ölümüyle ölüler diyarına doğru yolculuğa cikar ve diger hayatta yerini alırdı.

Mumyalama işlemi, bir grup görevli tarafından gerçekleştirilirdi. Bu kişiler, dinsel ve cerrahi eğitim almış insanlardı. Mumyalama ekibinin en yetkilisi, baş rahipti ve Anubis’ i simgeleyen çakal bir maske takardı. Anubis, ölülerin tanrısıydı ve mumyalama işleminin doğru yapılıp yapılmadığını denetlerdi. Anubis, aynı zamanda, ölümlüler ülkesinde gercekleştirilen, kalbi teraziye koyma sermonisine de eşlik ederdi. Ölünün kalbini, terazinin bir gözüne koyardı. Terazinin diğer tarafına da dürüstlüğü ifade eden bir tüy konulurdu.
Kalp, tüyden daha hafif olursa; kişinin iyi bir hayat geçirdiği kabul edilirdi ve yeni hayatına geçişine izin verilirdi. Bu sırada bütün olup biteni, tanrıların katibi Troht yazarak not alırdı. Mumyalama işleminin gerçekleştirildiği mekan, taşınabilir, ölünün evi yakınına kurulan bir çadır veya tapınaklarla bağlantısı olan özel bir mumyalama yeriydi. Öncelikle vücut, yıkanıyordu. Daha sonra, özel bir masaya yatırılıyordu. Burun deliğinden çengele benzeyen bir alet yardımı ile beyin, dışarı çıkarılırdı. Kalan parçaları da, ilaç yardımı ile kurutuyorlardı.

Vücut içindeki yumuşak kısımların çıkarılmasının nedeni, çürümeyi önlemekti. Göz ve yanakların çökmemesi için bu yumuşak kısımlara keten tamponlar konuluyor, ölünün göz kapakları da kapatılıyordu. Habes adlı bir aletle karnın solu kesilerek mide, karaciğer, akciğer ve bağırsaklar çıkarılıyordu. Kalp, vücut içinde, hesaplaşma günü için bırakılıyordu.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Bursa Süt Kalesi - Lopadion Kalesi

Rivayete göre....

Bursa'nın 60 kilometre uzağında Karacabey ilçesine bağlı Uluabat Mahallesi daha önce eşine rastlanmayan bir olaya şahitlik ediyor. Bizans döneminden kalma olduğu bilinen tarihi Uluabat kalesinin taş duvarlarından damlayan anne sütü olduğu iddia edilen sıvı görenleri hayrete düşürüyor. Rivayete göre lohusa bir kadın ile çocuğunun öldürülüp kaleye gömülmesinin ardından her Cuma öğle saatleri ile mübarek 3 aylarda düzenli olarak taş duvarlardan anne sütü damlıyor. Sütten şifa bulduklarını belirten mahalleli taş duvarlardan damlayan beyaz renkli sıvıyı bardaklarda biriktirip şifa bulmak için içiyor. Göz rahatsızlıkları ile tansiyon rahatsızlığına iyi geldiği belirtilen süt sayesinde bu güne kadar yüzlerce kişinin şifa bulduğu iddia ediliyor.

LOPADİON (ULUABAT) KALESİ

Bursa-Karacabey karayolunun 59. kilometresindeki Uluabat Gölü'nün kuzeybatı ucunda, göl ile gölayağının kıyısında, Selçuklu akınlarına karşı Rhyndakos Ovası'nı korumak amacıyla Bizans imparatoru Aleksios Komnenos (salt. 1081-1118) tarafından kurulduğu, Bizanslı tarih yazarlarca belirtilmektedir. Ancak kalenin, daha önce var olan bir yerleşim yerinde ve buradaki surların berkitilmesi suretiyle önem kazanmış olduğu da düşünülmektedir.

Kalenin Osmanlıların eline ne zaman geçtiği kesin olarak belli değildir. Osmanlı tarihçileri ilk kez, Osman Gazi ile Bizans merkez ordusuyla destekli Prusa (Bursa), Atranos (Orhaneli), Kitai (Ürünlü), Dimboz (Erdoğanköy) tekfurlarının birleşik ordusu arasında Dimboz'da yapılan savaştan sonra bu kaleden söz etmektedirler. Yenilgi üzerine savaş alanından kaçan Kitai Tekfuru bu kaleye sığınmış; ancak Osmanlılarla varılan anlaşma üzerine teslim edilmiştir.
Kalenin, Orhan Gazi'nin batıya doğru ilerleyişi sırasında Mihalıç ve Kirmastı ile birlikte Osmanlı egemenliğine geçmiş olabileceği (büyük olasılıkla 1342) sanılmaktadır.

Kale, eski ticaret yollarının kesim noktasında ve Apolyont Gölü'nün göl ayağıyla Marmara'ya çıkış kapısında bulunduğu için önemli idi. Kale ve eski yerleşim yeri büyük ölçüde tahrip olmuş durumdadır. Ancak kale surlarının önemli bir bölümü ile giriş kapılarından bazıları ayakta durmaktadır.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Apis Öküzü festivali - Mısır Mitolojisi

Eski Mısır' da tapılan canlı hayvanlar olmuştur. Bunların en başlıcası ve şöhret sahibi olan Apis Öküzü'dür. Apis Öküzü başında üçgen şeklinde beyaz bir alameti olan, beyaz lekelere sahip siyah renkli bir öküzdü. Kültünün merkezi Memphis’tir. Alnındaki siyah üçgenden başka sırtında akbabaya benzeyen bir şekil, sağ yanında bir hilal, dili üzerinde ise skarabe işareti bulunması gerekti. Aynı zamanda da kuyruk tüylerinin çift olması gerekiyordu. Eski Mısır’da güneş diski ve kıvrılmış kobra sûretlerini taşıyan bir boğa şeklinde tasavvur edilirdi. Bu hayvan Memfis'in ilahı Ptah’in bir canli numunesi sayılır ve onun bu hayvanda yaşadığına inanılırdı. Alnındaki siyah üçgenden başka sırtında akbabaya benzeyen bir şekil, sağ yanında bir hilal, dili üzerinde ise hamam böceğine benzeyen bir işaret bulunması şarttı. Aynı zamanda da kuyruk tüylerinin çift olmasi gerekiyordu. Bu şartlara uyan Apis Öküzü Ptah mabedinin karşısına yapılmış bir mabette, itina ile rahipler tarafindan bakılır ve beslenirdi.Gündüzleri belirli zamanlarda avluya çıkarılan mukaddes öküzün her hareketinden rahipler bir anlam çıkarırdı. Bu hayvan ölünce Mısırlılar tarafindan büyük bir matem olurdu. Ama yenisinin meydana çıkışı büyük sevinçle karşılanırdı. Ölen öküzler mumyalanarak büyük cenaze törenleri yapılır ve Saqqara’da bulunan yeraltı galerilerindeki lahitlere konulurdu. İsis-Apis olan bu hayvan için, Serapeum denilen mabette ayinler yapılırdı. Ölen öküzün yerine yenisi geçirilerek totem hayvan yaşatılmış olurdu.

Apis öküzü eski Mısır'da kainatın yaratıcısı, Memphis kentinin koruyucu tanrısı ve zanaatkarların baş tanrısı olan "Ptah"ın tekrar dünyaya gelmiş hali olarak kabul edilir. Logo tasarımında, M.Ö. 664–323 yapılmış olan bir Mısır heykelciğinden stilize edilmiştir. Heykelin üzerindeki süslemeler hayatın iki eş yarısını, gündüz ve geceyi, yaşam ve ölümü simgelemektedir.

Kurân-ı Kerîm'de şöyle bahsedilir;

"(Tur'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular. Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız! Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbi'nizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!" dedi." (Kurân-ı Kerîm, Araf Sûresi, 148-150. Ayet)

Eski Mısır’ın şirk inançlarından biri olarak, hayvanları tanrı sayma yerine, bazı hayvanların tanrıların ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Apis öküzleri, bu inancın en gelişmiş örneğidir. Alnında beyaz bir ay, dil altında bir domuzlan ve sırtında akbabalardaki gibi lekeler bulunan bu kara öküze Mısır dilinde Hapi denirdi ve onun, tanrı Ptah’la tanrı Osiris’in ruhlarını taşıdığına inanılırdı. Yaşarken güneş tanrısı Ptah’ın ruhunu taşıyan Apis öküzü, ölünce Osiris-Apis oluyordu. Mumyalanır ve serapeum denilen özel bir mezara gömülürdü. Ölünce, yerine bu renklerde yeni bir Apis bulununcaya kadar yas tutulurdu. Sağken bir tapınakta özenle beslenen Apis öküzüne, özellikle Menfis’te tapılmıştır. Başlangıçta Nil tanrısı Hapi biçiminde olan Apis, muhtemelen bereketle ilişkili bir tanrı kabul edilirdi. Eski İran’da Mazdeizmin çıkışı da öküz ve ineklere bağlanır. Göçebeler öküz ve ineklerin değerini bilmiyorlar, onları horluyorlardı. Öküzün ruhu, içine düştüğü kötü durumu gökyüzüne haykırmakta, bir koruyucu bulmak için yalvarmaktaydı. İşte Zerdüşt böyle bir ortamda bir tarım reformcusu olarak ortaya çıktı ve Mazdeizmi ekonomik ve toplumsal bir temele oturttu. Apis Öküzü Osiris ile özdeşleştirilmiş olsa da, öküze tapılması Mısır'ın çok daha erken dönemlerine uzanmaktadır. Osiris, eski krallığın son dönemlerinde tapınılmaya başlanan tanrıdır, oysa ki Apis Öküzü'nden ilk hanedanlıktan bile daha erken dönemlerde bahsedilmiştir. Yine de Apis Öküzü'ne Osiris olduğu düşünülerek tapılmış ve Osiris'in ruhunun bir simgesi olarak görülmüştür.

7 Akrep ve İsis - Mısır Mitolojisi

Metternich Dikilitaşı'na kazınan büyülerin ve tılsımlı hikâyelerin özenle derlenmesiyle İsis ve 7 akrep miti çözülebilmiştir. Bu hikâyenin dikilitaşa dâhil edilmesindeki amaç, taşın sahibini akrep sokmasına karşı korumaktı. Hikâyenin ilk sahnesi, Seth tarafından tahtı ele geçirmek amacıyla öldürülen Osiris'in İsis tarafından mumyalanmasıyla başlar. Bilgelik tanrısı Thoth, İsis'e genç oğlu Horus'la birlikte saklanmasını öğütler. İsis, Horus'u Seth'in entrikalarından korumak ve babasının intikamını almak için büyütmek zorundadır. Dikilitaştaki krallık miti, burada yerini İsis'in büyü güçlerinin zehirli sokmalara karşı etkisine bırakır. İsis, bir gece 7 akrep eşliğinde evini terk eder. Petet, Tjetet ve Matet adlı 3 akrep, İsis'in önünden giderek yolun güvenli olup olmadığını kontrol eder. Kalan akreplerden mesetet ve Mesetetef adlı iki akrep, taht-ı revanın altında bulunurken; Tefen ve Befen adlı diğer 2 akrep de arka tarafı korur. İsis, Seth'in yerlerini bulamaması için çok dikkatli davranmaları konusunda akreplere baskı yapar. Hatta onlara yolda hiç kimseyle konuşmamalarını emreder. Ama geveze bir akrebin kafası karışmış bir Mısır köylüsüyle dalga geçip eğlenmesine engel olamaz. İsis, nihayet gideceği yer olan Nil Deltası'ndaki İki Kız Kardeş Şehri'ne varır. Zengin ve soylu bir kadın, bu ilginç ziyaretçilerin gelişini görür ve evinin kapısını çarparak kapatır. 7 akrep, bu davranışı oldukça incitici bulur ve konukseverlikten yoksun bu kadından intikam almak için plan yapmaya başlar. Hazırlık sırasında 6 akrep, zehirlerini 7. akrep Tefen'in iğnesine yükler. Bu sırada alçakgönüllü bir köylü kızı, İsis'i barınağına davet eder. Daha sonra Tefen, zengin kadının kapısının altından sürünerek evine girer ve oğlunu ısırır. Zengin kadın, perişan bir halde ölümün eşiğinde olan oğluna şehirde dolanarak yardım arar. Kibirli kadının gösterdiği hoşgörüsüzlük, şimdi kimsenin ona yardım elini uzatmamasıyla karşılığını alır. Ne var ki Mısırlıların kalbine fedâkâr bir anne olarak kazınmış İsis, masum bir çocuğun ölmesine göz yumamaz ve çocuğu tekrar canlandırmak için güçlerini kullanır. Tüm akreplerin adlarını sayarak onları hâkimiyeti altına alan İsis, akreplerin zehirlerini çocuğun üstünde etkisiz hale getirir. Çocuğun tekrar sağlığına kavuştuğunu gören kadın, İsis'i evine almadığı için pişman olur ve servetinin büyük bir kısmını İsis ile Mısır konukseverliğini yabancılara gösteren köylü kıza hediye eder.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Ebü Mürre (Şeytan) ve Yahya Peygamber

İbn Şeyh'in el-Mecalis adlı eserinde İmam Rıza'ya (a.s), onun da dedelerine dayanarak naklettiğine göre; İblis, Âdem Peygamber zamanından İsa Peygamber zamanına kadar gelen peygamberlerin yanına gelir, onlarla konuşur, sorular sorardı. Bu peygamberler içinde en çok Zekeriyya Peygamber'in oğlu Yahya Peygamber'in yanına gelip giderdi.
Bir gün Yahya Peygamber ona, "Ey Ebu Murre, senden bir dileğim var." dedi. İblis, "Sen, isteğini reddedemeyeceğim derecede yüce, değerli birisin. Ne istiyorsan söyle. Ben senin isteğine karşı koymam." karşılığını verdi. Yahya Peygamber, "Ey Ebu Murre, insanları avlamak için yararlandığın tuzaklarını ve oltalarını bana anlatmanı istiyo-rum." dedi. İblis, "Hay hay, seve seve." diyerek Yahya Peygamber'e ertesi gün için randevu verdi.
Ertesi gün sabah olunca Yahya Peygamber evinde oturup randevunun gelmesini beklemeye koyuldu. Kapıyı üzerine sımsıkı kilitledi. Bir de ne görsün! İblis, evinin bir pencere deliğinden, o farkında olmadan, içeri girmiş, karşısında duruyor. Yüzü maymun yüzü, vücudu domuz şeklinde idi. Gözlerinin, dişlerinin ve ağzının yarıkları uzunlamasına idi. Alt ve üst çene kemikleri yek pare idi. Çenesi ve sakalı yoktu. İkisi göğsünde ve ikisi omuz başlarında olmak üzere dört eli vardı. Topukları önden ve parmakları arkadan idi.
Üzerinde bir kaftanı vardı ve beline bir kuşak bağlamıştı. Kuşağında, kırmızıdan sarıya ve yeşile kadar bütün renklerde ipler asılı idi. Elinde büyük bir zil, başında yumurta biçiminde bir kalpak vardı. Kalpağın üzerinde kancaya benzer bir demir parçası asılı idi.
Yahya Peygamber İblis'i baştan aşağıya süzdükten sonra, "Belindeki bu kuşak nedir?" diye sordu. İblis, "Bu kuşak, Mecusîliktir; onu ben çıkardım ve onu onlara süslü gösterdim." dedi. Yahya Peygamber, "Kuşağındaki bu rengarenk çizgiler nedir?" diye sordu. İblis, "Bunlar, çeşitli kadın süsleridir. Kadın, çeşitli şekillerde süsler yapar. Sonunda o şekillerden biri, rengi ile uyuşur ve insanları onunla ayartır." dedi.
Yahya Peygamber, "Peki, elindeki bu zil nedir?" diye sordu. İblis, "Bu alet tambur, davul, dümbelek, ney ve zurna gibi bütün çalgı aletlerinin birleştirilmiş biçimidir. İnsanlar içki içmeye otururlar. Fakat ondan bir zevk almazlar. O sırada ben bu çalgı aletini çalmaya başlayarak aralarına dalarım. Çalgı sesini işitince coşarlar. Kimi dans eder, kimi parmaklarını çıtlatır ve kimi de elbiselerini yırtar." karşılığını verdi.
Yahya Peygamber (a.s), "Senin gözünü en çok aydınlatacak şey nedir?" diye sordu. İblis, "Kadınlardır. Onlar oltalarım ve tuzaklarımdır. Salihlerin bana yönelik bedduaları ve lânetleri yoğunlaşınca, kadınların yanına gider, onlarla gönlümü hoş ederim." dedi.
Yahya Peygamber, "Peki, başındaki yumurta biçimindeki bu kalpak nedir?" diye sordu. İblis, "Onunla müminlerin bedduasından korunurum." dedi.
Yahya Peygamber, "Kalpağın üzerindeki bu demir parçası nedir?" diye sordu. İblis, "Onunla salihlerin kalplerini karıştırırım." dedi.
Yahya Peygamber, "Benim üzerimde başarılı olduğun bir an var mı?" diye sordu. İblis, "Hayır, fakat bir huyun var ki, hoşuma gidiyor." karşılığını verdi. Yahya Peygamber, "Nedir o?" diye sordu. İblis, "Sen obur bir adamsın. İftar ettiğinde çok yiyor ve ağırlaşıyorsun. Bu yüzden bazı namazlarından ve gece ibadetlerinden geri kalıyorsun." karşılığını verdi.
Bunun üzerine Yahya Peygamber, "Allah'a ahdim olsun ki, bundan böyle yaşadıkça daha doymadan yemekten kalkacağım." dedi. İblis de, "Allah'a ahdim olsun ki, bundan böyle dünyada oldukça hiçbir Müslümana nasihat etmeyeceğim." dedi ve hemen Yahya Peygamber'in yanından ayrıldı ve ondan sonra bir daha yanına gelmedi. [Bihar'ul-Envar, c.63, s.223-225, h: 70]

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Ebu Mürre Samtamim

Şeytandan murat İblis ve yardımcılarıdır. Bu isim umûmîdir. İnsanları ve cinleri içine alır. Âsî, azgın ve haktan, hakîkatten yüz çeviren demektir. Cinden, insandan hayvandan ve her azgın âsî, cür’etkâr, hayırdan uzak olan canlıya şeytan denildi.

Maddî-mânevî hayırdan uzak kalıp, kendisine kötülük edene de şeytan denilmiştir. (Günyetü’t-Tâlibîn s.144)

Şeytan uzaklık mânâsına olan Şetana’dan alınmıştır.

Şeytan isyan etmeden önce, adı Azâzîl veya Nâil idi. Allahü Teâlâ’nın lânetine uğradıktan sonra ismi Şeytan olmuştur. Künyesi: Ebû Mürre’dir. (İbn-i Mes’ud R.A.)

Lâtif şeyler iki çeşittir  “Nârî (ateşle alâkalı)” “Nûrî (nurla alâkalı)” Nârî olan şeytandır, varlığı Kur’anla sâbit olup ateşten yaratılmış, ilâhî hükümlere uymakla  emredilmiş cin taifesindendir.

Nûrî olan, nurdan yaratılan melekler ki, kendilerinde erkeklik, dişilik yoktur, ilâhî emirlere itâat eder, hiç isyan etmezler.

Cinler kendi âlemlerine mahsus bir sûrette doğar ve doğururlar. Ekserisi âsî tabîatlıdır. Şeytan bu cinstendir.

Melekler ve cinler istedikleri sûrete girer ve ağır hizmetlere tahammül ederler. Bunları asıl halleriyle görmek âdeten mümkün olmaz.

Bunlara da göz atın;

Tılsım;  insanların  manevi  yapısına etki edecek bazı  esmaları,  ayetleri ve  duaları kullanarak hazırlanan nesneye, sembollere  ya da yazıya denir.

Günümüz koşullarına uyarlanan Tılsım Çeşitleriyle tanışmaya hazırsanız;

İletişim: 
canmetedoran@gmail.com

Tılsımlar Hakkında Detaylı Bilgi Almak İçin Tıklayınız..

Metedoran Nedir?

Tılsımlı Kolye Yüzük

Ev-Ofis Tılsımı (Bereket Tılsımı)

Cinlerle İlgili Hadisler

Müslim, Tirmizi ve Buhari hadisleri gibi sahih Hadis-i Şeriflerde cinler çokça anlatılmaktadır. İşte cinleri anlatan onlarca Hadis-i Şeriflerden bir kaç örnek…

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) şöyle buyurmuştur;
“Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda hareketten men edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinlerin yayılması ve bir şeyi süratle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz. Çünkü fasıkçık; yani fare, bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar.” (Buhari, C.7, H.no: 59 Kitabu Bedi’l Halk 120 S 3095)

Ali bin Ebu Talib’dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (sav) buyurdu ki: ”Cinin gözleri ile Ademoğulları’nın avret yerleri arasında perde, Ademoğulları’ndan biri, ayak yoluna girerken onun; ‘Bismillah’ demesidir.” (Tirmizi, C.1, H.no: 603, s. 408)

Cabir’dan şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah (sav) Ashabına çıktı ve onlara “Er-Rahman Suresi”ni, başından sonuna kadar okudu. Ashab sustular.

Resul-i Ekrem (s.a.v.) buyurdu ki:
“Cinn gecesi, bu süreyi cinlere okudum ve onlar, cevap bakımından sizden daha iyiydiler. Çünkü ben, ‘Rabb’inizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?’ ayetine her geldiğimde, ‘Ey Rabb’imiz! Senin nimetlerinden hiç birini inkar etmeyiz ve sana hamd olsun!’ dediler.” (Tirmizi, C.5, H.no: 3507, s. 392)

İbn Mes’ud’dan:
Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Tezek ve kemikle taharetlenmeyin! Çünkü bunlar, cin kardeşlerinizin azığıdır.” (Rudani, C. 1, H.no: 503, s. 182)

Ebu Davud’un rivayeti:
Cin Heyeti, Allah Resulü (s.a.v.)’e geldiklerinde dediler ki: ”Ey Allah’ın Resulü! Ümmetini, kemik, tezek veya kömür ile taharetlenmekten menet! Çünkü Allah, bizim rızkımızı onlarda kıldı.” Bunun üzerine Peygamber, bizi bundan alıkoydu. (Rudani, C. 1, H.no: 504, s. 182)

Ebu Said’den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah (sav) ”Muavvizeteyn (Felak ve Nas) sureleri ininceye kadar cin çarpmasına ve göz değmesine karşı Allah’a sığınırdı. Felak ve Nas sureleri inince; o iki sureyi aldı ve diğerlerini bıraktı.” (Tirmizi, C.3, H.no: 2315, s. 444)

Hadis imamları bize, İbni Mes’ud’dan (RA) naklediyorlar ki:
“Batn-ı Nahl denilen yerde, cinlerin hidayete erdikleri gece, cinleri gördüm. Sudan Kabilesinden Zut denilen uzun boylu insanlara benziyordular.”

Esmaül Hüsna / Allah'ın 99 İsmi

  • EL ValiEL ValiEL Vali eşyanın maliki olan ve onlarda tasarruf eden, mahlukatın işlerini yoluna koyan demektir. 
  • EL BerrEL BerrEL Berr katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı şefkatli ve merhametli olandır.
  • EL MütealiEL MütealiEL Müteali mahlukatın sıfatlarından uzak olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan yüce ve ali olan. 
  • Et TevvabEt TevvabEt Tevvab kulun işlediği günahların cinsine miktarına ve büyüklüğüne, küçüklüğüne bakmadan,bütün tövbeleri çokça kabul eden
  • EL MüntekimEL MüntekimEL Müntekim dilediğine ceza vermede şiddetli davranan, suçluları müstehak olduğu cezaya çarptıran. 
  • EL AfüvvEL AfüvvEL Afüvv kullarının, kendisine karşı işledikleri pek çok suç ve günahlarını lütuf ve merhametiyle çokça affeden demektir. 
  • Ya RaufYa RaufYa Rauf kullarına çok acıyan, çok şefkatli ve merhametli olan, merhamet eden demektir. 
  • Malikül MülkMalikül MülkMalikül Mülk Mülkün ebedi ve tek sahibi. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini öldüren, dilediğini yaşatan demektir. 
  • Zül celali vel ikramZül celali vel ikramZül Celali Vel İkram Ululuk ve ikram sahibi demektir. 
  • EL MuksitEL MuksitEL Muksit Hükmünde adil ve insaflı olan,bütün hüküm ve işleri denk ve birbirine uygun olan ve adaletle hükmeden demektir. 
  • Ya CamiYa CamiYa Cami istediğini, istediği yerde, istediği şekilde anında toplayan, kıyamet günü mahlukatı toplayacak olan demektir. 
  • EL GaniyyEL GaniyyEL Ganiyy Zatı, sıfatı ve fiillerinde hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin ve herkesin her na kendisine muhtaç olan. 
  • EL MuğniEL MuğniEL Muğni İstediğini, istediği anda, istediği kadar zengin eden, mahlukatının her türlü ihtiyacını giderip zengin eden. 
  • EL ManiEL ManiEL Mani Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan, istediği şeyin meydana gelmesine engeller koyup mani olan, kendisine karşı koyulamayan demektir.
  • Ed DarrEd DarrEd Darr Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyler yaratan. Sıkıntı ve zorluk veren şeyleri yaratan demektir. 
  • En NafiEn NafiEn Nafi devamlı olarak, bütün mahlukata hayır ve fayda sağlayan, faydalı şeyler yaratan demektir. 


Bu Blogda Ara