Mevlana Mesnevi'de anlatıyor:
Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır. Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar.
Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı, Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hattâ bu eni konu tokattan da beter!
Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç.. her dalı koskocaman” derler.
Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır.
Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
Şeyhin o mukallit talibe,o ağacın sırrını anlatması
Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
Nedim ümitsiz bir halde “ Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim. İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
“Şeyhim,acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi.. lûtfedecek an, bu an!” der.
Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi.
Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar.. işte o kadar!” der.
Şeyh gülümser de der ki: “Ey sâf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hattâ ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Mânayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun.
Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!
Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır.
Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek.
Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.
Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir.. diğer birine lûtfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.
Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir.
Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur.
Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili, damağı acı, talihsiz bir hale düşersin?
Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.
Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat mânaya ulaşınca rahatlaşırlar.
Mevlana, Mesnevi, II/3641-3680
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)