Nefs-i Mutmainne
İnsan, çalışması, ibadeti, teslimiyeti ve kâmil bir insanın himmeti ile bu makama gelir. Kâmil bir zat ile ilgisi olmayanının nefsinin mutmain olması mümkün değildir. Zira bu makam nefsin karanlık âleminin idam edildiği vadidir. Bir başka ifade ile insanın kendini inkarıdır. İnsanın nefsî mizacını, karakterini mantalite ve tarz olarak inkârıdır. Veya idamıdır. Onun için bir kâmil olmadan bu hal mümkün değildir.
Bu hal ve makamda hazineler unutulur, hep ötesi düşünülür. Bu durumda nefis mutmain olmuş, gönül de Huzur-u Resulullah’a varmıştır. Her an Peygamber aşkı artar, gittikçe korlaşan bu sevda, sâliki, Peygamber huzurundan ayırmaz. Bu hale ‘Fenâ fi’r-Resul’ denir. Bu makamda sâlik, mürşidin direktifine göre ya Hak ya da Hay ismini vird edinir.
Bugün cemiyetlerler ahlâk-ı zemimenin fonksiyonu olan yalan, zina, dedikodu, fitne, fuhuş, faiz, hayâsızlık, haset, ucup, kibir, gurur... vs. gibi hallerin esiri ise, bütün bu halleri terbiye edecek insan-ı kâmillere dünden daha çok bugün ihtiyacımız vardır. Bugün, insanlık Mevlâna’lara, Hacı Bektaş’lara, Yunus’lara her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Kâmil millet ve cemiyet, kâmil insanlardan oluşur.
Kur’an’da: “Ey emin ve mutmain olmuş nefis! Ondan razı olarak, onun rızasını kazanarak Rabbine dön. Gir salih kullarımın zümresine, gir cennetime!” buyurulmaktadır.
Mevlâna, bu ayetteki kul ile cenneti eş anlamlı kabul ederek şöyle izah ediyor: Mutmain olmuş kalp, Allah’ın tecellilerine mazhar olmuş kalptir. Cennete olan tecelli, mutmain olmuş kalbe de vardır. Kul odur ki, kalbi, Allah’ın tecellisine mazhar olarak cennet bahçesi haline gelmiştir.
İnsan bu halde gökyüzünde seyreder, feleklerle seyahat eder. Esma-i ilâhî tecelli eder, sıfat-ı bârî seyredilir. Mevlâna’nın istismar edilen cümlesine bakınız; o ne diyor, kimileri ne anlıyorlar?!
“Müslümanlığın kafirliğin dışında bir ova,
Uçsuz bucaksız ovada sevdamız uzar gider.
Ârif olan geldi mi usulca başını koyar,
Ne müslümanlığa yer var orada, ne kafirliğe.